Düşük Karbon Ekonomisine geçiş

Hüdai Kara
16 Nisan 2012

28 Kasım-9 Aralık tarihlerinde Güney Afrika’nın Durban şehrinde İklim Değişikliği konferansının 17.si (COP 17) tarihe geçecek bildirge ile tamamlandı. Avro krizinin dünya gündeminde olması nedeniyle Durban’daki gelişmeler gündeme istenilen seviyede yansımadı. Fakat görüşmeler sonunda Kyoto Protokolünün 1997’de oluşturulmasından sonra en önemli kararların alındığı bir toplantı olmuştur. Her ne kadar Durban’da alınan kararlar, dünyanın 2 derece ısınmasının önüne 2020 yılına kadar geçemeyecek olsa da tüm dünya ülkelerinin karbon azaltma yönünde taahhüt altına girmesinden dolayı önemlidir.

Şu an iklim değişikliği ile mücadelede tek mekanizma olan ve sadece gelişmiş ülkelerin karbon azaltım taahhüdünde bulundukları 2012 sonunda bitecek olan Kyoto Protokolü’nün, Durban’daki 2011’in bu son toplantısında “Kyoto Protokolü II” şeklinde 2017 ya da 2020 yılına kadar uzatılması karara bağlandı. Bilindiği gibi bu mekanizmada, gelişmiş ülkeler karbon salımlarını gelişmekte olan ülkelerdeki düşük karbon teknolojilerinin uygulanması sonucu elde edilen karbon kredileri ile azaltıyorlardı. Karbon borsasındaki değere bağlı olarak ton başına bir meblağ ödenerek gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere maddi kaynak sağlanarak düşük karbon teknolojilerinin finansmanına yardımcı olunuyordu. Kyoto Protokolünün uzatılmasına karşılık özellikle Çin, Hindistan ve Brezilya gibi gelişmekte olan ve karbon salımları her geçen gün artan ülkelerin de taahhüt altına girmesi sağlanmış oldu. Bu artık Türkiye’nin de yükümlülük altına girmesi anlamına gelmektedir.

Anlaşmaya göre 2015 yılına kadar dünyanın tüm ülkelerini içine alacak olan bir azaltım yolu haritası çizilecek ve 2020 yılında da yürürlüğe konulacak. Açıkcası sürenin bu kadar geciktirilmiş olması gelişmekte olan ülkelere bir adaptasyon süresi bırakmaktı. Bu, her ne kadar istenen bir durum olsa da küresel ısınmanın 2 °C’nin altında tutulması için yapılması gereken karbon salımı azaltım çalışmalarının 2020’den sonra daha da hızlı bir şekilde yapılması anlamına geliyor. Örneğin, azaltım çalışmaları 2012 yılından itibaren başlasaydı yaklaşık %5 oranında senelik bir azaltma sağlanması gerekecekti. Fakat  2020 sonrasına ötelenen bu çalışmalardan dolayı daha yüksek hızla karbon salımı azaltımı yapılmasına ihtiyaç duyulacaktır.

Tüm ülkelerden iki senede bir karbon azaltımı konusunda yaptıkları çalışmaları raporlamaları isteniyor ve ilk raporlama 2014 sonunda olacak. Türkiye diğer ülkeler ile birlikte önümüzdeki dört yıl içinde karbon salımlarını hangi oranlarda ve ne hızla azaltabilecekleri yönünde müzakerelerini yapacak ve 2020 yılına kadar alacakları taahhütleri belirleyecek. Bunun anlamı ilk defa tüm dünyanın karbon azaltımı yoluna giderek düşük karbon ekonomisine geçişin bir nevi temeli atılmış oldu. Kısacası bu hedefe yönelik ürün ve hizmet sağlayan firmalar gelişirken, düşük karbon teknolojilerine doğru yatırımların akmasını tetiklemesi ve karbon dengeleme piyasalarında da bir hareketlilik yaşanması anlamına gelmektedir. Artık hayatımızda karbonun bir finansal değeri olacak.

Bütün bunların Türkiye ve sanayicimiz açısından önemi nedir diye sormamız gerekiyor. Durban’da alınan kararlar aslında sadece sanayimizi değil her birimizin hayatını etkileyecek durumdadır. Ülkemiz açısından bakıldığında Türkiye’nin hızlı bir şekilde karbon envanterini çıkarması gerekmektedir. Özellikle elektrik üretimi, çimento, demir çelik, seramik, kireç, kağıt ve cam üretimi gibi CO2 yoğun tesislerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının tesis seviyesinde izlenmesi önem kazanmaktadır. Sanayicilerimizin özellikle enerji verimliliği üzerine  çalışmalara başlamaları, hem karlılıklarına pozitif etki yaratması hem de özellikle dış ticaret açığında en önemli girdi olan enerjinin azaltılması açısından önem arz etmektedir. Sanayi firmalarımızın ürettiği ürün ve hizmetlerden kaynaklanan karbon hesaplamalarını yaparak azaltım stratejileri geliştirmeli, karbon yönetimine gitmelidirler. Çünkü ölçemediğiniz bir şeyi yönetemezsiniz. Sanayicimizin bunu bir masraf olarak görmekten çıkıp bir fırsat olarak algılaması gerekmektedir. Karbon yönetimi uzun soluklu ve stratejisi olması gereken bir sorundur. Maalesef sanayimiz bunun henüz farkına varamamıştır. Türkiye’de yapılan çalışmalar sertifikasyon firmalarından belge alıp çerçeveletmekten öteye gidememiştir. Birçok sektörde ipin ucunu çok kaçırdık geçmişte. Artık ipi göğüslemenin zamanı gelmiştir. Yeni fırsatlar düşük karbon ekonomisindedir ve bunların vakit geçmeden değerlendirilmesi gerekmektedir.

Dr. Hüdai Kara Metsims Sustainability Consulting firmasının Yönetici Ortağıdır. Kendisi karbon ayak izi ve yönetimi, yaşam döngüsü değerlendirmesi, düşük karbon ve sürdürülebilir teknolojiler, karbon piyasaları, yenilenebilir enerji, atık yönetimi, araştırma ve geliştirme konularında birçok sanayi ve endüstriyi kapsayan 10 yılı aşan bir deneyime sahiptir. http://tr.linkedin.com/in/hudaikara )