Yenilenebilir Enerji, İklim Değişikliği ve Türkiye

Önder Algedik
2 Şubat 2011

28 Aralık 2010 tarihinde TBMM’de görüşülerek 10 Ocak 2011’de yayınlanan 5346 Sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu (YEK) ile ilgili değişiklik muhalefetin de desteği ile yürürlüğe girdi.

Kanun ile ilgili değişiklik ardından, öncelikle medyada yenilenebilir enerjinin (YE) ve özellikle güneş enerjisinin önünün açıldığına dair olumlu haberler geldi. Ancak, konunun arka planını bilen, ilgilenen kişiler, yapılan değişiklikle aslında 2 golün yenildiğini ortaya koydu. Birincisi, Madde 6/C ile yapılan değişiklikle EPDK’nın denetleme yetkisine dair işlerin taşeronlaşmasının önünün açılmasıydı. İkincisi ise kanunun 8. Maddesinde eklenen bir cümle ile sit alanlarından koruma alanlarına kadar pek çok tabiat varlığının enerji yatırımlarına açılmasını sağlayan, mevcut sorunlara karşı hem bir çıkış kapısı, hem de yöntem gösteren bir madde eklenmesi oldu. Bu ikinci gol, şimdiye kadar çevresel felaketlere yol açacağı gerekçesiyle yerel eylemlere ve ardından bunu yasal yolla engelleyen harekete dair öncelikle Hidro Elektrik Santral-HES’lerin önünü açtı. Diğer yandan, akıllara diğer YE kaynaklarını bu soruna ortak ettiği gibi bir fikirde kafalarda doğurdu.

Ancak, basit bir yasa değişikliği, kafalarda “acaba bu değişiklik yenilenebilir enerji için miydi, yoksa?” sorusunu getirdi.

YEK yasası YE için miydi?

Aslında yasanın neyin önünü açtığı gerek içeriğinden gerekse genel süreçlerden anlaşılıyor.

Öncelikle HES’lerin önünde engel olan doğal sit alanlarına, koruma alanlarına baraj yapma engelleri çözüşüyor. Ayrıca, fiyat politikası ile zaten gerçekte piyasa fiyatları ile satış (yaklaşık ortalama 8 Euro cent) yapan sistem için 7.3 dolar cent ile pek bir anlam taşımıyor.

Rüzgar enerjisi içinse, eskiye dair yeni bir şey getirmezken, piyasa mekanizması ile sınırlı yaklaşımı sürdürüyor. Benzer şekilde 7.3 dolar cent fiyat garantisi ile sadece yatırımlarda kredi hesaplaması dışında kullanılmayan mevcut fiyatı sürdürdü.

Güneşe enerjisi ise, tam da bunların dışında, farklı bir pozisyona sahip. 13.3 dolar cent’lik fiyat garantisine rağmen, hiçbir enerji kaynağına verilmeyen bir üst sınırlamayı 2013 sonuna kadar 600 MW’dan fazla güneş enerjisi santrali kurmama sınırı getirildi.

Bütün dünyada güneş enerjisi programlarının amiral gemisi olan ve santrallere göre kaçak kayıp oranında daha avantajlı olan çatı tipi PV sistemlerine hiçbir şekilde bahsedilmeyerek ve özel bir durum yaratmayarak aslında önünüde kapatılan bir yaklaşım sergilendi. Türkiye’nin kaçak-kayıp oranını olarak kabul ettiğimizde, böylesi bir avantaj hiçbir şekilde kanun değişikliğine yansıtılmayarak dağıtık/mahalli (decentralized) enerji politikalarının önü açılmamış oldu.

Biokütle ’den enerji elde edilmesi ile ilgili durum, diğer enerji kaynaklarına göre oldukça anlamlı. Türkiye’nin atıktan kaynaklı metan salımı 1990 yılına göre 2008’de 3,5 katına çıkartan politikaların önüne geçmesi başta olmak üzere, pek çok açıdan faydalı olacak bir alanı arttıracağı ortada.

Bütün sektörleri kabaca değerlendirdiğimizde, yasa değişikliğinin aslında HES’lere sonsuz faydasını bahsedebilirken, yenilenebilir açısından bir faydası olduğu düşünmek biraz hayalcilik olacaktır. Hayalcilik ifadesini netleştirmek için isterseniz temel YE hedeflerde varlığına bakalım.

Türkiye’nin bir YE hedefi var mı?

YEK kanunu değişikliği her ne kadar bir YE yatırımında önün açacağı düşünülmede, yasanın koyduğu detaylar kafalarda soru işaretlerini arttırıyor. Bu konuda, Türkiye’nin hedeflerine ve detay planlarına bakmak, yani niyete değil temel uygulamaya yönelik belge ve politikaları gözden geçirmek oldukça önemli.

Birincisi, Türkiye’nin kömür ve HES’ler konusunda oldukça net ve tutkulu bir hedefi olduğunu gerek genel gerekse uygulama dokümanlarında kendini ortaya koyuyor.

Örneğin Enerji Bakanlığı 2010-2014 Strateji Belgesinde 2013 sonuna kadar 3500 MW kömür santrali yapma hedefi varken, güneş ve çöp gazının adı geçmediği gibi, yeni HES’ler için 2014 hedefi olarak 5000 MW konulmuş durumda. Kısaca YE enerji konusunda –HES hariç- orta vadeli bir plan yok.

Öte yandan uzun vadeli planlara baktığımızda da benzer resmi görüyoruz. 2020 ve 2023 planlarında tutarlı bir biçimde kömür ve HES hedefleri yer alırken, YE hedefleri ya tutarsız yada eksik olduğu görülüyor. Nitekim kömür ve hidroelektrik hedefi 0 değerlendirmek olarak yer alıyor(I). Nitekim bugün yoğun kömür ve hidroelektrik yatırımlarını sağlayan da aslında bu hedeftir.

Bu belgelerin YEK kanun değişikliğinden çok önce ortaya konulduğu gibi bir cevap gelebilir.

Ancak, kanun değişikliğinden hemen sonra yayınlanan 2010-2019 strateji belgesi (II) gibi daha güncel bir dökümanda bunu göremiyoruz. Nitekim belgede 2012 sonrası hiçbir YE yatırım görülmediği gibi güneşin adı geçmezken, termiklere dair 2018 yatırımlarının ortaya konulması oldukça ilginç.

Sonuçta, Türkiye’nin bütün resmi belgeleri bir arada dikkatli okunduğunda, 2023 projeksiyonlarında kömür ve HES’in tam olarak yer aldığını, YE’nin ise oldukça tutarsız bir pozisyonda olduğu, aslında bir hedefi olmadığı görülecektir.

HES’ler neden sorun?

Burada HES’ler ile ilgili bir parantez açmak gerekiyor. Temelde, politika olarak akarsu kaynaklarımızın teknik olarak %35-37’si enerjiye dönüştürüldüğü ve bunun 2023’de 0’e çıkartılması gerektiği söylenerek hedefleniyor. Bu süreçte, hiç bir parti bu hedefe karşı çıkmıyor. Ancak, bu hedefin uygulaması olan her akan suya baraj yapılarak doğal alanın tahrip edilmesi ise toplumda ciddi bir rahatsızlığa yol açıyor. Türkiye’nin gökyüzünden yere düşen her damlayı denize kadar enerji elde etme için kullanmak anlamına gelen 0 akarsu kaynaklarının kullanılması hedefi ve politikası gerçek bir doğal zarar olduğunu pek çok siyasi ya da uzman göz ardı ediyor. Böylesi bir programın hayata geçmesi aklın kabul edemeyeceği bir durum aslında.

Türkiye’nin neden net bir YE hedefi yok?

Türkiye’nin YE konusunda sürekli net bir adım atmaması gibi bir sonuç çıkarmak yanında, bunun da nedenleri ortaya koymakta büyük fayda var.

Birinci nokta, aslında Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda hedefi olmayan tek ülke sayılacak bir noktada olması. Genelde, toplumda YE enerjinin zaten doğaya zarar vermediği gibi diğer fosil yakıtlara göre pek çok avantajının olması yatırımın önünü açacağı gibi bir fikir var. Temiz ve daha sürdürülebilir olması yanında, son 10 yılda rüzgarın kömürden kat ve kat ucuz olması ve hatta HES’ler le yarışabilmesi yeterli gibi görünüyor. Benzer şekilde, nükleerin bir dizi tehlikesi ve pahalılığına rağmen pratikte güneş enerjisinin daha ucuz hale gelmesi ve ispatlanmış bir pazar kullanımın olması ise insana ‘aklın yolu bir’ dedirtiyor.

Ne yazık ki, yenilenebilir enerjinin artık yapım/inşa maliyeti itibariyle fosil kaynaklardan ucuz ve yakıt kullanmaması nedeniyle bakım maliyeti dışında bir işletme maliyetinin olmaması gibi YE kullanımının önün şimdiye kadar açmadı. Ucuzluk ve temiz olması bir tercihti ama diğer ülkeleri bu yöne zorlayan asıl faktör başka bir şey oldu: İklim Değişikliği.

İklim Değişikliği ve Yenilenebilir Enerji ilişkisi

1992 yılında Rio’da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim ve Çevre Konferansı’nda İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi karara bağlandıktan sonra 1994 yılında yürürlüğe girdi. Yürürlüğe girdiği tarihte 154 ülke sözleşmeye taraf oldu. 1994 tarihi oldukça önemli bir tarihtir. Bugün güneş enerjisi konusunda en köklü pazar olan Almanya ve Japonya, ilk çatı fotovoltaik (PV) projelerini bu dönemde başlattılar. Nitekim çatı PV konusunda sürekli gelişim gösteren Almanya’nın o dönemki Çevre Bakanı’nın Angela Merkel olduğunu hatırlamakta fayda var.

Nitekim, 1997’de ortaya çıkan Kyoto Protokolü’nün Japonya’da gerçekleştiğini ve çatı PV uygulamalarını da temel gelişiminin o dönemde yaşandığını unutmamak gerekiyor.

Benzer şekilde, 2009 Aralık ayında gerçekleşen 15. Taraflar Konferans ardından ortaya çıkan Kopenhag Uzlaşması ile ülkeler hedeflerini ortaya koydu.

İklim değişikliği konusunda hiç bir tarihsel, güncel yada geleceğe yönelik hükümlüğü olmayan, nerdeyse Türkiye’nin 10’da biri kadar salım yapan ve olması gereken salımların bile yarısını yapan Etiyopya gibi, sular altında kalması beklenen Maldivler gibi ülkeler azaltım hedefleri ve eylemlerini ortaya koydular. Nitekim Maldivler 2020 için karbon nötr olması gibi bir hedef koyarken, Etiyopya 7 temel sektörde 72 projesi ile hedeflerini beyan etti (III). Sadece YE ile ilgili olarak, Türkiye’den farklı olarak, 150.000 çatıda PV uygulamasını 2015’e kadar tamamlama gibi en temel politikayı hayata geçirdiği gibi, rüzgar ve jeotermal ’de koyduğu hedef bile Türkiye’nin 2010-2019 strateji belgesinden daha fazla hedeflerini proje olarak koydu. Taşımacılıkta bile 5000 km’den fazla demiryolu ulaşımını yenilenebilir enerji ile karşılama gibi bir hedefi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryasına iletti.

Sonuçta, ister Almanya ya da Japonya gibi gelişmişlik sıralamasında önde olun, isterse iklim değişikliği konusunda gelecek 30, 40 hatta 50 yıl bile gelişimizi sürdürüp olması gerekeni ancak ulaşabilecek az gelişmiş ülke olsanız bile, iklim değişikliği konusunda somut, ölçülebilir ve çözüme herhangi bir düzeyde ortak olan ülkelerin somut adımlar attığını görüyoruz.

Türkiye’nin iklim konusunda kısaca durumu…

Bu konuda en temel 3 noktayı ortaya koymak gerekiyor.

Birincisi BMİDÇS’nin 1992’de Rio’da görüşülerek 1994’de yürürlüğe girmesine rağmen, Türkiye 2004’de 180’den fazla ülkeden sonra taraf oldu.

İkincisi ise, KP’nin 1997’de karara bağlanması ve 2005’de yürürlüğe girmesi ardından yine 180’den fazla ülke taraf olduktan sonra 2009’da taraf oldu.

Üçüncüsü ise, 2009 Aralık ayında Kopenhag’da gerçekleşen 15. Taraflar Konferansı’ndan çıkan Kopenhag Uzlaşması (KU) sonucunda azaltım yapma yükümlüğü olan Ek-1 ülkeleri 2020 azaltım hedeflerini, Ek-1 dışı ülkeler ise artışlarını sınırlayacak hedeflerini ortaya koymaları istendi. Küçük ada devletleri ve Afrika devletlerinden de gönüllü eylemlerini Kopenhag Uzlaşması çerçevesinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryasına iletebilecekleri ifade ediliyordu. 140 ülkenin bildirimde bulunduğu bu süreçte, Türkiye hiç bir bildirimde bulunmadı.

Sonuçta, ister gelişmiş, ister gelişmekte isterse az gelişmiş olsun, 140 ülke hedefleri ile süreçte yer alırken, Türkiye bugün dünya politikalarını ve YE süreçlerini belirleyen herhangi bir hedef almadı.

Türkiye Neden İklim ve YE Hedefi Alamıyor-2

Burada ikinci noktayı ortaya koymakta fayda var, fosil yakıt bütçesi!

Dünyada 2008 itibariyle yenilenebilir enerji yatırımları fosil enerji yatırımlarını geçmişken Türkiye’de YE 2020’ye kadar azınlıkta kalmaya devam edecek. Çünkü bugün için fosil yakıtların çevreye verdiği zarar Türkiye’de hiçbir değere sahip değil. Bu nedenle ucuz bir kaynak olarak bir gelir kapısı. Bu gelir kapısından asıl kaleminin üretilen kömürün %80’inin elektrik enerjisi kullanımı (IV) ile kaynaklandığını unutmamak gerekiyor.

Diğer yandan, dünyanın en pahalı akaryakıtını yüksek vergiler ile sağlayan Türkiye açısından, alınan vergiler toplam bütçenin %20’den fazla finanse ettiği için, bir iklim azaltım hedefi alması zor gözüküyor. Dünyada hiçbir yerde yer olmayan vergiden vergi alınması ile benzinde litre balına 33 kuruş fazla devletin gelir getirmesi ve hükümetin bu kararının Tüketici Dernekleri Federasyonu tarafından mahkemeye taşınıp yürütmeyi durdurma kararının alınmasına rağmen geri adım atılması bunun somut da bir örneği.

Öte yandan, al ya da öde gibi hala çözülemeyen bir alım anlaşmasını fırsata çevirerek köylere kadar doğalgaz götürerek dünyanın sayılı pahalı gazından hem satıcı ülkelere ödemeyi hemde devletin gelir kaynağı olmayı sürdürmek diğer bir engel. çözmek yerine daha doğalgaz kullanımından devletin vergi gelirlerini dikkate aldığımızda da önemli bir pay çıkmaktadır. Benzer şekilde, ve buradan da önemli bir gelir elde edildiği görülecektir.

Burada asıl önemli noktanın, Türkiye’nin yakıt kaynaklı bir bütçe finansmanı yapısı olduğu ve bu yapının YE için kullanılmasının zor olduğu görülecektir. Nitekim, Türkiye’nin enerji verimliliği konusunda oldukça yavaş adımlar atması, bağlayıcı ve yıllara sari yada toplam bir hedef koymaması, bütçe finansmanı açısından gelir kaybı anlamına geleceği yaklaşımı kolayca anlaşılabilir.

Sonuç….

Bugün için fosil yakıtların gerçek maliyetinin yerküre üstünde yaşayan canlılar tarafından ödendiği bir dönemi aşmak için uluslararası işbirlikleri bütün dünya tarafından müzakere edilip somut adım ve hedeflere çevrilirken, Türkiye’nin bu süreçlere çok geç katılması, belirleyici ve somut hedefleri koymaması çok ciddi bir sorun. Ancak, küresel iklim değişikliğinin değil de bütçe açıklarının finansmanı merkezli bir politika, bizlere rasyonel, hedefli ve uygulanabilir bir politika vermeyeceği de ortada.

Bugün iklim değişikliğine karşı düşük karbon ekonomisi hızla dünyada gelişiyor. Ülkeler tam çözüm olacak adımlar konusunda hala küçük adımlar atsa da, yeni bir küresel düzen oluşuyor. Bu konuda ev ödevlerini yapmayanların karbonsuzlaşan bir dünyada adımları kimse için çözüm getirmeyecektir.

 

(I)     Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi, 18 Mayıs 2009
(II)   http://epdk.gov.tr/documents/10157/e03b4905-d255-4128-9dd9-f38244a60ea4
(III)  Etiyopya’nın sekreteryaya ilettiği bildirim: http://unfccc.int/files/meetings/application/pdf/ethiopiacphaccord_app2.pdf
(IV)  Kömür Sektör Raporu-2009, http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Sektor_Raporu_TKI.pdf