Türkiye’nin İklim Envanteri: Tarih artık bugündür!
%.124’lük bir artış ile 422.2 Milyon Ton karbondiksit eşitine ulaşan Türkiye’nin 2011 yılı sera gazı envanteri, 1990 yılından bu yana salımların yıllık ortalama %3.92 arttığını ortaya koyuyor. 2010 yılına göre ise %5.1’lik bir artış anlamına geliyor. Yani iklim değişikliği için atılması gereken adım ile Türkiye’nin yapması gereken arasındaki makas her geçen gün büyüyor.
2011 yılı sera gazı envanterini Türkiye 12 Nisan 2013 tarihinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası’na iletti. 2004 yılından bu yana ve 1990 yılını baz alarak hazırlanan bu raporlar, aslında iklim değişikliğine dair neler yaptığınızın bir özeti.
Küresel salımların 1990 yılına göre 2020’de %40 azaltılması gerektiğini yıllar önce bilim dünyası söylemişti. Son yaşanan Kuzey Kutbu yaz sonu buzulunda aşırı küçülme, Grönland kara buzulunda yüzey tabakasındaki hızlı erime ve en son Kuzey Kutbu sıcaklık rekorları haberi, durumun bilimin tahminlerinden daha kötü olduğunu ortaya koyuyor. Küresel düzeyde, artık yıllık %6 seviyesinde azaltım iklimin üstümüze yıkılmaması için son şans.
İşte böylesi bir bilimsel ve yaşamsal arka planda, Türkiye’nin sera gazı envanteri, çok şey anlatıyor.
Envanter Ne Söylüyor?
2012-2013 kışı Türkiye’de günlük meteoroloji verilerinin toplumun gözünde aşırılıklara cereyan ettiği bir dönem oldu. İşin kötüsü, yaşadıklarımız 1990’lı yıllarda saldığımız sera gazlarının etkisi aslında. Atmosfere salınan her karbondioksit molekülü, belli bir zaman sonra iklim değişikliğinde etkisini ortaya koyuyor.
%.124’lük bir artış ile 422.2 Milyon Ton karbondiksit eşitine ulaşan Türkiye’nin 2011 yılı sera gazı envanteri, 1990 yılından bu yana salımların yıllık ortalama %3.92 arttığını ortaya koyuyor. 2010 yılına göre ise %5.1’lik bir artış anlamına geliyor. Yani iklim değişikliği için atılması gereken adım ile Türkiye’nin yapması gereken arasındaki makas her geçen gün büyüyor.
Yaklaşık 20 milyon ton karbondioksit eşdeğeri artışın en büyük kısmı, 16.2 milyon tonu enerji kaynaklı. Geri kalanının 2.2 milyon tonu endüstri kaynaklı 1.7 milyon tonu ise tarım kaynaklı artış.
Enerji kaynaklı artışın 9.4 Milyon tonu elektrik üretiminde kullanılan doğalgaz ve kömür iken, kalan artışın 3.2 milyon tonu ulaşım, 3.4 milyon tonu ise, sıkı durun, demir-çelik ve çimento sektöründeki enerji kaynaklı. Neredeyse, termik santraller, daha fazla karbon yoğun ulaşım ve köprü, baraj ve konut yapımı nedeniyle 80 milyon nüfuslu Etiyopya’nın bir yıllık salımının yarısı kadar arttırmışız. Biz bu benzetmeyi yaparken, Etiyopya’nın da aralarında bulunduğu 49 ülkeden oluşan Az Gelişmiş Ülkeler sera gazı azaltım hedefi alacaklarını açıkladı.
Geçmiş daha mı kötü?
2011 yılındaki %5.1 artış ile Türkiye 1990 yılından bu yana yıllık ortalama %3.92 gibi bir artış oranı yakalamış görünüyor. Eğer baz yıl olarak 1990 değil’de, mevcut hükümetin seçildiği yılı seçerseniz, 2002-2011 yılı artış ortalaması %5.07 gibi ciddi yüksek bir oran karşınıza çıkıyor. Kısacası, son 9 yılın ortalaması çok daha yüksek. Bu arada hatırlamakta fayda var, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine 2004 yılında, Kyoto Protokolü’ne ise 2009 yılında Türkiye taraf oldu.
Türkiye son 21 yıllık temel politikasını sürdürürse (Grafikte 2020-Y1 ile gösterilmiştir), 2020 itibariyle 600 milyon ton toplam salıma ulaşacak, kişi başı salım ise 6.7 tona aşarak bilimin hedef koyduğu kişi başı 2 ton mertebesini bir daha hayal edemeyecek.
2002 yılından bu yana politikalarını sürdürürse(Grafikte 2020-Y2 ile gösterilmiştir), 660 milyon ton mertebesinde bir salım ve 7.2 ton kişi başı salımları ile AB’nin 2011 yılı ortalamasını yakalayacak. Unutmadan, AB 2011’de kişi başı salımlarını %3 azalttı .
Kısacası, bilimin ortaya koyduğu veriler bir yana, sayısal veriler de pek iç açıcı olmayacak.
Konutlar Daha mı Kötü Artık?
Türkiye 2011 yılında kömür ve doğalgazdan elektrik elde etmeyi sevdi. Bunu gelişmişlik ya da kalkınmışlık olarak gören eski öğreti bugün hala güçlü. Bu öğretiye göre eskimiş konutlardan kurtulmak, yeni “rezidanslara çıkmak” çok daha makbul. Ama envanter bunu söylemiyor.
Konutlarda kullanılan fosil yakıt kaynaklı sera gazı salımları envanterin bir parçası. Salımlar ise kullanılan yakıtın verdiği enerji üstünden hesaplanır. Türkiye’de konutlar da 1990 yılında 240 milyon TJ olan toplam enerji kullanımına göre 2002’de 280 Milyon TJ’e çıkmış. 2011’de ise 836 Milyon TJ’e çıkmış. Sera gazı olarak ifade edersek, 1990’da 23 Milyon ton karbondioksit salımından 2011’de 52.6 Milyon ton’a ulaşmış.
Şimdi burada aklınız karışabilir, 2002’de ne oldu da artış katlandı?
2002 yılına kadar kentsel hava kirliliği nedeniyle kömürden doğalgaza geçiş yaşandı. Bu nedenle kömür kullanımı 2002’de 1990’nın yarısına düştü. Konut sayısındaki artışa bağlı olarak da enerji kullanımında ’lık bir artış 12 yıl içinde gerçekleşti.
2002’den sonra doğalgazın kentleri kömürden kurtarmak için bir araç olmaktan çok her tarafa ulaşan ve düzenli bir gelir toplama aracı olması sonucunda kullanımı çok ciddi arttı. Bunun sonucunda, 2011’de 1990’ın tam 201 katı daha fazla gaz yaktık! Gelir kaynağı görme ve sonucunda fiyat artışı ise, 1990’a göre yarıya düşen kömür kullanımını tekrar cazip hale getirdi ve 2011’de 2002’nin 4 katı kadar evlerde kömür yakar olduk. Yani, kentlerdeki hava kirliliğini çözme amacı bugün fosil yakıtlardan gelir toplamaya, kısacası yüksek karbon ekonomisini geliştirmeye yaradı.
Ancak bu açıklama, tek bir şeye cevap veremiyor, o da konutların daha verimsiz enerji kullandığı. 1990 yılına göre neredeyse 4 katı enerji harcayan konutlar, olsa olsa enerji verimsizliğinin, kentsel dönüşüm ile ortaya çıkartılan geniş evlerin bizlere hediyesidir.
3. Köprü ve Havalimanı!
Ulaşımda kullanılan yakıtlardan kaynaklı 3.4 milyon ton bir artış olduğunu söylemiştik. Böylesi bir artış ile ulaşım kaynaklı toplam salımlar 47.7 milyon ton’a çıktı.
2.16 milyon ton artış ile karayolu ulaşımı en büyük kaynak. 2010 yılına göre %6 bir artış gerçekleşirken, bu artışa rağmen benzin kaynaklı salımlar azalmış. LPG’den kaynaklı salımlar %3, dizel kaynaklı salımlar ise %9 artarak bu artışın aktörleri olmuş. Kısacası, tüketiciye ulaşım pahalı geldiği için benzinden dizel ya da LPG’ye geçmiş, ama toplu taşıma olmadığı için de bireysel araçlarla ulaşımını sağlamak zorunda kalmaya devam etmiş.
Haydarpaşa Tren garının kapatılması, benzer şekilde Amik gölünün kurutulup ortasına havaalanı yapacak düzeyde havacılık desteği, salımlarda da kendine yer bulmuş. 2011 yılında salımlar hava ulaşımında 2010’a göre artmış. Bu artış sadece yurtiçi ulaşım kaynaklı. Yurtdışı uçuşlarını da dikkate aldığımızda toplamda ve de garip bir şekilde %213 gibi bir artış söz konusu.
Sonuçta, toplu taşıma değil bireysel taşıma derseniz duble yollar, köprüler ve havalimanları ile ulaşım değil, iklim değişikliğinden başka bir şey ortaya koyamazsınız.
Sonuç Olarak?
Türkiye 2012 yılını kömür yılı ilan etti. Depreme karşı olduğu söylenen kentsel dönüşüm ile Ankara’nın ortasındaki tarihi Saraçoğlu Mahallesini bile yıkma kararı aldı. TUİK tarafından hazırlanan envanterin Sekreterya’ya iletilmesinden sorumlu kurumun başındaki Çevre ve Şehircilik Bakanı, çimento santraline karşı çıkan halka bundan sonra bölgeye yapılacak yatırımlarda imza atmayacağını söyledi. Diğerlerini de eklediğinizde ortaya iklim dostu teknolojiler üstünde rekabete giren, halkı için yaşanacak topraklar arayan devletlerin olduğu bir dünya ile o dünyaya rağmen kar yağmadan kışı geçiren, yaptığı konutların dere yatağında olduğunu daha fark etmeyen her gün sel felaketleri ile ülkenin bir yeri yara sararken 4’lük bir sera gazı salım artışı çok normal görünmüyor.
“Küresel vicdana en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir çağda yaşıyoruz” demişti Başbakan 8 Nisan tarihinde BM Ormancılık Forumu’nda. Görünen o ki, bu denli fosil yakıt merkezli politikalar nedeniyle sözlerini tarih içinde değil, bugün çokça sorgulayacağız. Zaten iklim değişikliğinin geldiği noktada tarih artık bugün değil mi?