Türk Ekonomisini Yeşillendirmek

Süha Yazıcı
11 Ekim 2010

Enerji, Endüstri ve Ekonomi birbirleriyle ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır. Bu üç faktörün (3E) birbirlerinden ayrı politikalar oluşturarak kalkınmayı sağlayabileceklerini düşünmek yanlış olur. Yenilenebilir enerjinin gelecekte dünya ekonomik aktivitelerinin ana lokomotifi olacağına inanılıyorsa, 50 yıllık bir süreçte, yakıt bazlı ekonominin yerini elektrik bazlı ekonominin alacağını öngörmeliyiz.

Yüzyıllardır petrolü temel enerji ve ulaşım girdisi olarak dışarıdan almaktayız. Bu bağımlılık hiç değişmedi ve bunun yanında bu girdiye teknolojik katma değer vererek ekonomik güç olamadık. Petrolu kullanan arabayı da aldık, elektrik üreten santrali de. Hep zarar hanesine yazdık. Japonya, Kore neredeyse petrol ve doğalgazın tamamını dışarıdan alırken, bu girdilerden teknolojik yeni ürünler üretip daha yüksek değerlere satarak istihdama dayalı ekonomik gelişimi tetiklediler. Buradan çıkarak rüzgar ve güneş örneklerine bakabileceğimiz gibi kendimizi enerji ile sınırlandırmayıp geleceğe yönelik her tur inovasyonu da bu gözlemde değerlendirebiliriz.

Amerika ya, Almanya’ya bir bakın. Rüzgar, güneş ve diğer alternatif enerji teknolojileri için tevsikler 20-30 yıldır devam etmektedir. Bu tevsikler bir ekonomik planlamanın sonucu olarak yapılmış ve kendi teknolojilerini geliştirmek için kullanılmıştır. Vizyon sahibi, teknolojiyi anlamış insanların verdiği kararların benzerini Türkiye de göremedik. Rüzgar ve güneş teknolojilerinin yaygınlaşması surecinde Türkiye bu fırsatı kaçırdığı için teknoloji üretemedi.

Aynı kısır döngü bu günde devam etmektedir. Hidrojen örneğine bakacak olursak, gelişmiş ülkelerde devlet son 20 yıldır milyarlarca doları hidrojen teknolojilerine yatırırken, vergi indirimleri ve iadeleri yolu ile de teknolojinin yaygınlaşmasını tevsik etmektedir. Turkiyede bugün kimsenin gündeminde hidrojen yoktur. Eğer 20 yıl sonra hidrojen yaygınlaşacaksa neden bugünden tevsik edip, 20 yıl sonra bir dünya gücü olmaya çalışmıyoruz? Eğer ders almıyorsak, rüzgar, güneş için yaktığımız ağıtları, 2030 yılında hidrojen içinde yakacağız demektir. Bu kıyaslama bütün teknolojik gelişmeler için geçerlidir. Beklenen teşvikleri düşünecek olursak, getirisinin insan kaynakları, ekonomik fayda ve sürdürülebilirlik üzerinden tartışılması gerekir. Kendi türbinlerinizi üretmiyorsunuz, kendi güneş panellerinizi yapmıyorsunuz. Bu durumda beklenen fayda nedir bunun rakamlarla anlatılması gerekir. Bugün varsa yoksa rüzgar, güneş. Bu teşvik isteyen içinde böyle, teşvik vermesi beklenenler için de böyle. Günü birlik istekler ve politikalar yarına yön vermiyor.

Dünyanın sayılı ekonomileri arasına girmek istiyorsak, teknoloji odaklı olmak zorundayız. 50,000 kişilik niteliksiz istihdam yerine 5,000 kişilik nitelikli istihdamı nasıl oluşturabiliriz diye düşünmeliyiz. Devletçilik uygulanan atıl alanlar gelişime fayda sağlamaz, sadece günü kurtarır. Tekelde devletçilik gelişimi tetiklemez, kömür madeninde devletçilik gelişimi tetiklemez. Ar-Ge de devletçilik kalkınmayı sağlar, teknolojide devletçilik dünya ekonomisi olmada altyapıyı hazırlar. O zaman bu altyapıların oluşturulması lazım. Meselenin özü Ar-Ge stratejisine sahip olup, teknoloji üretmektir. Teknoloji, ekonomik oluncaya kadarda teşvik şarttır. Gerisi boş söz!