Sürdürülebilirlik Kavramının Uluslararası Gündeme Gelmesi

Ethem Yenigün
7 Eylül 2011

Geçen ay, ilk yazımda, ana hatları ile sürdürülebilirlik kavramına, bu kavramın nasıl ortaya çıktığına ve kavramın temeli olan insan-doğa ilişkisine çok yüzeysel olarak, kavrama bir tanım getirmek amacıyla değindim. Konuyla ilgili olarak, çeşitli sosyal paylaşım sitelerinde, bana ulaşıp görüşlerini paylaşan, eleştiri getiren okuyucularıma teşekkür ederim. Bana yöneltilen ana eleştiri yazının “kısa ve yüzeyselliği” oldu. Bu eleştirilerde bir haklılık payı var. Ancak konunun çok geniş, kapsamlı ve tartışmalı olması, konuyu tüm yönleriyle ayda bir yazılan bir köşeye sıkıştırmayı zorlaştırıyor. Bundan dolayı, yazılar aynı formatta devam edecek, ancak eleştiri soruları gelirse, konu hakkında derinlemesine tartışmalar yapılacaktır.

Bu yazıda, sürdürülebilirlik konusunun uluslararası alanlarda gündeme gelmesini ve bunun gelişimini yazacağım. Dolayısıyla, bu ikinci yazı da bir “başlangıç” yazısı olacak. Bu yazıyla birlikte, bu “giriş” yazıları da bitiyor olacak.

Bundan sonraki yazımın konusu GRI (Global Reporting Initiative) Sürdürülebilirlik Raporlaması olacak. Bu kapsamda, GRI raporlaması konusunda genel bilgilerin verildiği bir yazı ve Türkiye’de hazırlanan bazı raporların değerlendirildiği bir yazı olmak üzere 2 yazı yazmayı planlıyorum. GRI raporlaması yeni bir konu. Bu raporlamayı yapan firmaların sayısı günden günde artmakla birlikte, bu sayı ne yazık ki henüz istenen seviyede değil. Bu yazılarımın, bu konularda raporlama yapan firmalara yol göstereceğini umuyorum.

…………………………………………………………………………………………………………………..

1960’ların ortalarından başlayıp 1970’lere devam eden dönem, çevre sorunlarının ve bu konudaki kaygıların yoğunlaştığı dönemdir. Bir önceki yazımda da belirttiğim çevre-insan yaklaşımındaki “sürdürülemez” gerçeklik ve kaygılar sürdürülebilirlik kavramını ulusal ve uluslararası kurumların gündemine getirmiştir.

Bu konunun gündeme gelmesi ilk olarak Birleşmiş Milletler tarafından 5 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’da toplanan “İnsan Çevresi Konferansı”dır. Konferansta, çevrenin kapasitesine değinilmiş, kaynak kullanımında gelecek kuşakların haklarına vurgu yapılmış ve ekonomik ve sosyal kalkınmanın çevreyle ilgisi kurulmuştur. Konferans bu yönüyle, sürdürülebilirlik kavramının temelini atan ilk uluslararası konferans olma özelliğini kazanmıştır.

1972 yılında Roma Kulübü tarafından yayınlanan “Büyümenin Sınırları” adlı rapor büyüme ile doğal kaynaklar arasındaki ilişkiye dikkat çekerek sürdürülebilirlik konusunu işleyen bir rapor olmuştur.

Bu rapor beş değişken kullanarak kurulan bir sisteme dayalı; sanayileşme, nüfus, gıda üretimi, kirlilik ve kaynakların tüketim. Çalışmada, bu değişkenlerin sürdürülebilir büyümeye olan dinamik etkisi irdeleniyor. Bir modelleme olan bu çalışmada, bu değişkenlerin birbirleri ile etkileşiminin sürdürülebilir büyümenin önünde bir engel olabileceği ve gerekli önlemler alınmazsa değişkenlerin bazılarının hızlı artışı sonucu istenmeyen sonuçların meydana çıkabileceği öngörülüyor. Bu çalışmanın en büyük işlevi sanayileşme ve kalkınma ile çevre arasındaki sorgulamayı tetiklemiş olmasıdır. Çünkü, modellemede, sanayileşme, aşırı gıda üretimi, kaynak tüketimi konularının çevre üzerinde olumsuz etkiye neden olacağı sonucu tartışılmıştır.

1983 yılında, Birleşmiş Milletler’in bünyesinde kurulan, “Çevre ve Kalkınma Komisyonu” çevre ve kalkınma konularını ve bunların birbirileriyle olan ilişkilerini incelediği “Ortak Geleceğimiz” raporunu yayınlandı. Bu rapor, yoksulluğun kaldırılması, doğal kaynaklardan elde edilen yararın eşit dağılımı, nüfus kontrolü, kirlilikle mücadele ve çevreye duyarlı teknolojilerin kullanılması gibi sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda çözüm arayan noktalar üzerinde durdu. Rapor sonunda, çevre-ekonomi tartışmalarında sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma kavramları da tartışılmaya başlandı.

1992 yılında Rio de Jenerio’da yapılan Çevre ve Kalkınma Konferansı ile birlikte sürdürülebilirlik kavramı küresel ölçekte kabul görmeye başladı. Ayrıca konferans sırasında geliştirilen Gündem 21 Eylem Planı, daha sonra uygulanacak olan çevre eylem planının kavramsal çerçevesini oluşturdu. Bu eylem planı, çevre ile sosyal ve ekonomik kalkınmanın birlikte düşünülmesine ve bu anlayışla hareket edilmesine yönelik bir eylem plandır.

Bu konferans ile birlikte, aynı zamanda, daha önce çevre konusundaki politika uygulamalarının sadece hükümetlerin çalışma alanı olarak görüldüğü anlayışı değiştirildi ve bu konuda sadece hükümetlerin çalışmalarının bir çözüm getiremeyeceği, hükümetler yanında dokuz temel toplumsal gurubun (bunların arasında en dikkat çekici olan sivil toplum kuruluşlarıdır) katılımı hedeflendi.

Gündem 21 yaklaşımının bir sonucu olarak, Kyotu Protokolü’nün imzaya açılması, Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’nun kurulması gibi olumlu adımlar atıldı. Ancak, bu çalışmalardan sonra ortaya çıkan yapılar (Birleşmiş Milletler Çevre Programı gibi) ve konferans ve zirveler (Doğa Zirvesi gibi) çevre ve sürdürülebilirlik konusunda beklenen gelişmeleri getirmedi.

Tüm bu konferans ve raporlar, yaşadığımız yerkürenin, insan faaliyetlerinden dolayı yüz yüze geldiği sorunlara karşı ortaya çıkan eleştiri ve çalışmaların bir sonucu olarak değerlendirilmeli, bu sorunların artarak devam ettiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çalışmaların en büyük faydası, insanı doğanın sahibi değil, diğer türlerle birlikte bir ortağı olduğu bakışını hakim kılması olacaktır. Bu alandaki tüm çalışmaların nihai hedefi bu olmalıdır.

Kaynaklar:

http://dsp-psd.pwgsc.gc.ca/Collection-R/LoPBdP/BP/bp317-e.htm

http://en.wikipedia.org/wiki/The_Limits_to_Growth

http://www.csiro.au/files/files/plje.pdf