Rise of biofuels (game over’dan second level’a)

Mürşat Özkaya
7 Ekim 2011

Biyoyakıtların ülkemizdeki yaşam döngüsünün ve tekrar yükselişinin anlatıldığı oyunun ikinci perdesine hoş geldiniz!

Öncelikle geçen sene yahoo grupların birinde biyodizel ile ilgili yazmış olduğum yazımı dokunmadan aşağıya koyuyorum (bir nevi kendime karşı intihal yapıyorum). Peki yazı neden sadece biyodizel ile ilgili. Çünkü o zamanlar, hatta bu zamanlar bile, biyodizeli yapmak biyobenzini yapmaktan daha kolay olduğu için herkes bu işe bulaşmıştı. Ülke için yeni olduğundan ve küçük kapasitelerde imalata izin verdiği için yatırımcılar için de oldukça cazip olan  biyodizel o sebeple daha revaçtaydı. Bu arada, terimlere takılmaya gerek yok, halk diliyle konuşuyoruz. Biyodizel yerine, daha doğrusu olan biyomotorin de denilebilir, hatta daha teknik tabiriyle, yağların katalizör eşliğinde metil alkol ile transesterifikasyonu sonunu oluşan yağ asidi metil esteri de diyebiliriz. Ama biz fazla karıştırmayalım. Hatta aynı biyodizel gibi biyoetanol de (biyobenzin) farklı adlarla tanımlanabilir.

Şimdi bakalım eskiden ne demişiz!

Biyodizel hem Türkiye hem de dünya için eski bir ürün olsa da ülkemizde 2000’li yıllarda zirveye çıkıp sonra bir anda yere çakılan bir yakıt olmuştur. Bu durumda, devletin her zamanki gibi suçu olmasına rağmen, maalesef gene her zamanki gibi tam olarak ürünü, piyasayı ve elbette devleti! bilmeden her şeye atlayan özel sektörün de suçu vardır.

Bu işe doğal olarak, madeni yağ üreticileri, yemeklik yağ üreticileri orasından burasından daldı. Ama orda kalmadı, milletvekilleri, futbolcular, sanatçılar bile biyodizelci oldu:) Nasıl şimdi herkes neredeyse bakkaldan bile elektrik satın alacak, o zamanda gazetelerde dergilerde boy boy biyodizel üreten ufak ekipmanların bile reklamları çıkmıştı. Kendi yakıtınızı üretin!

Peki devlet bu işi niye başlattı. Temelde tarım sektörünün kalkınması. Gayet güzel! Ey çiftçi bu ürünü ek (ki verimsiz çorak alanlarda bile bu ürünler yetişiyor!), sonra işle veya işlet, kendin kullan veya sat. İşlese ne kadar güzel bir sistem! Ama böyle olmadı, çiftçimiz maalesef tam anlamıyla enerji tarımını beceremedi, çünkü öğretilmedi. Zaten tarımda arazi problemimiz var, amcaoğlu, dayıoğlu,  araziler bölük pörçük. Yağı üretecek firmaların bazıları çiftçiyle beraber çalışmaya da çalıştı ama çoğu beceremedi ve de herkes yağ ithaline hücum etti. İşte orada kayış koptu. İmalat kolay, yağ ve metil alkol fiyatı ucuz, iki kazanda işlemi yap ve biyodizeli al. Vergi yok, motorinin yarı fiyatına biyo versiyonu! 
 
Peki sonra ne oldu? Sonra devlet dedi, eğer yağı ithal ediyorsan al sana (pardon ver bana) şu kadar ÖTV. Üstüne bir de dünyada yağ fiyatları yükseldi. Biyo olanının fiyatı oldu normal motorin fiyatı. Elde kaldı bir tek atık yağdan biyomotorin, ama biz yağı toplayamıyoruz, topladıklarımızda nerdeyse yanana kadar kullanılan yağlar olduğu için pek hayırlı değil.

E zaten kanunen de bir boşluk vardı, kime ne kadar satılacaktı, motorine mi katılacaktı, direk olarak mı satılacaktı, vs vs.

Sonuçta zaten fiyatı ucuz olmasa, çoğunlukla ne idüğü belli olmayan bir yakıtı kimse aracına koymaz, koymadı ve koyamadı. Aslında ucuzken bile pek koymadı, yollarda patatez kızartması kokusu henüz pek fazla duymamıştınız. Kışın donup kalanı da varmış, rivayet tabi:) Sonuçta, bir sektör tırmanırken aşağı çekildi.

Doğrusu şu anda kim nerede ne kadar üretiyor, Trakyadaki kanola tarlalarını kim topluyor, kim işliyor kime satıyor bilmiyorum? Nedense biyomotorine de biyobenzine hiç ısınamadığım için artık pek ilgilendirmiyor doğrusu. Yemeklik yağı, mısırı ithal eder konumdayken bir de biyoyakıt yapmak bana iyi bir fikir gibi gelmiyor.

Sonuç olarak, devlete güvenerek iş yapma, doğru analiz et, kolaycılığa kaçma, elini taşın altına koy, devlete de o kadar yatırım mı yapılmış banane dedirtme. Kimse üzerine alınmasın!
 
İşte bu da bir garip biyodizel hikayesi:)

Gelelim günümüze!

Şimdi bu garip hikayede ikinci perdeye geçilmek üzere. Geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de yayınlanan Motorin Türlerine İlişkin Teknik Düzenleme Tebliği’ne gore, motorin türlerinin, yerli tarım ürünlerinden üretilmiş yağ asidi metil esteri içeriğinin (biyodizel tabi ki), 1 Ocak 2014 tarihi itibariyle en az %1, 1 Ocak 2015 tarihi itibariyle en az %2, 1 Ocak 2016 tarihi itibariyle en az %3 olması gerekiyor. Resmi Gazete’de yayınlanan Benzin Türlerine İlişkin Teknik Düzenleme Tebliği’ne gore de benzin türlerinin, yerli tarım ürünlerinden üretilmiş etanol içeriğinin, 1 Ocak 2013 tarihi itibariyle en az %2, 1 Ocak 2014 tarihi itibariyle de en az %3 olması gerekiyor.

Peki, o zamandan bu zamana ne değişti? Avrupa’nın neredeyse en büyük kapasitesine (yaklaşık 1.500.000 ton/yıl) sahip biyodizel üretim tesislerini yapan ama üretimi bir türlü gerçekleştiremeyen üreticiler, şimdi neden tekrar bu işe dönsünler. Geçenlerde konuştuğum ve bu işe zamanında büyük yatırım yapan bir yatırımcının tesisi günümüzde arada bir madeni yağ üretmekle meşgül ve artık bu işe tekrar bulaşmak istemiyorlar. Aslında onlar istese de istemese de maalesef bu noktada onların yapabileceği pek birşey yok. Çünkü devir tarım sektörünün, yani o bitkileri (kanola, soya, etanol için pancar, mısır vs) üretebileceklerin devri. Peki yemeklik yağının yarısını bile üretemeyen bir ülke için, acaba enerji için mi yoksa yemek için mi ekim yapmak daha avantajlıdır? Zor bir soru!

Tarım sektörünün çoook büyük ve temel problemlerini bir kenara bırakırsak, dünya genelinde bu tip enerji bitkisi ekimlerinin gıda fiyatlarını etkilediği, açlığı körüklediği gibi argümanlar hala geçerliyken, ülkemizde bu argümanı nasıl by-pass edeceğiz? Çorak arazilerde ekim yapmak, atık yağların kullanılması bu alanda atılması gereken adımların başında geliyor ama yeterli olacak mı?

Biyodizelde, yıllık 14.000.000 ton olan motorin tüketimimizin %1’ini karşılayacak kapasite kurulu güç anlamında mevcut (tabi başka sektöre yönelmedilerse). Ama hammadde konusu ayrı bir konu.

Şeker pancarı, mısır vb gibi bitkilerden elde edilen glükozdan fermantasyonla üretilen etanolün biyo versiyonu için de mevcut kapasitemiz yeterli değil (yaklaşık 200.000 ton/yıl), çünkü ülkemizde şeker fabrikaları tarafından üretilen biyoetanol zaten halihazırda farklı sektörler tarafından kullanılıyor, benzine katmak için çok daha fazla üretim yapılmalı. Türkiye’nin yıllık benzin tüketimi olan yaklaşık 3.000.000 ton için 2013 başında ihtiyaç olunacak biyoetanol miktarı 60.000 ton/yıl civarı olacaktır. Tabi bu şu anki değerler olduğundan 1 sene sonra daha da artacaktır. Eğer ülkenin biyoetanol ihtiyacı ve kurulu kapasitesi bu değerleri absorbe edebiliyorsa ne ala, etmiyorsa aşağıdaki sonuçlara dikkat etmek gerekir.

Temel argüman olan tarım sektörünün geliştirilmek istenmesi, yakıt konusunda dışa bağımlılığın azaltılması, temiz yakıt kullanımının arttırılması gibi konular tamamen doğru. Yalnız pirinç ve bulgur hikayesi gibi, iyi birşey yaparken sonunda pek birşey yapmamış olmak veya daha kötü sonuçlara yol açmak iyi birşey değil.

*Tarım sektörü gelişebilir ama o yağ da o alkol de zaten başka sektörlerde kullanılan hammadde veya ürünler. Biyoyakıtlar olmasa da bu ürünler için tarım sektörünün gelişimi gerekiyor. Daha fazla katma değer derseniz, o tartışılır.

*Yakıtta dışa bağımlılık azaltılabilir ama yemeklik yağı veya diğer sektörler için alkolü daha fazla ithal etmeye başlayacaksak, yukarıdaki tebliğin cari açığa ne katkısı olmuş olacak? Biyoyakıtlar olmasa da yiyeceğimiz yağı kendimiz üretmek zorunda değil miyiz?

*Temiz yakıt konusu ise ciddi bir argümandır ama yukarıdaki maddeler gerçekleşirse. Tabi bir de enerji tarımı ile dünyadaki açlık arasındaki korelasyona ciddi bir ince ayar çekmeyi becerebilirsek.

Sonuç olarak daha açıklayıcı olması açısından;

Benzin/motorin demek; yüksek oranda dışa bağımlılık, cari açık ve çevre kirliliği demektir, Bunu engellemek adına yapılması gereken biyoyakıt kullanımı, bunun sonucu ise hem dışa bağımlılığın azaltılması hem de emisyon azaltımıdır. Biyoyakıt kullanımı için ise mevcut durumda az miktarda kurulu kapasite ve çok miktarda hammadde eksikliğimiz vardır. Bunun için yapılmaması gereken ise eskisi gibi hammadde ithalatına devam etmektir ki bu da gene cari açık oluşumu demektir, bu da artık yasaklanmıştır. Bu aşamada tek çözüm yerli tarım olarak gözükmekte, fakat burada da ülkemiz gıda sektörünün hammadde sıkıntısı ve global ölçekte tartışılan o meşhur argüman karşımıza çıkmaktadır. Enerji için mi tarım, gıda için mi tarım çelişkisi!

Oyunumuzun üçüncü bölümünde görüşmek üzere, bol biyoyakıtlı sürüşler dilerim!