Partilerin seçimlerde iklim değişikliği politikaları nasıl okunmalı?
1972’de Stockholm’de BM Çevre Konferansında alınan karardan 43 yıl sonra 5 Haziran’da Dünya Çevre Günü’nü kutlayacağız.
7 Haziran seçimleri nedeniyle partiler daha çok sandığa yönelik konuşmalar yapacaklar. Zaten seçim bildirgelerinde konuya dair durumlarını ortaya koydular.
1972’deki zirvenin 20. yılında Rio’da gerçekleşen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda iklim değişikliği çerçeve sözleşmesi imzaya açılmıştı. Rio zirvesinden 23 yıl sonra, küresel düzeyde yeni bir iklim değişikliği anlaşmasına giderken partilerin çevre günü ardından yapılacak seçimde iklim değişikliğine nereden baktıklarını, politikalarında nasıl yer verdiklerini doğru okumak gerekiyor.
Partiler için iklim denince akla ne geliyor?
AKP koca programında iklim kelimesini sadece bir defa iklim değişikliği anlamında kullanmış. O da tarımda iklim değişikliğini izlemek için. Diğerini ise ortam anlamında“barış iklimi” olarak programında ifade etmiş.
CHP programında iklim kelimesine 6 defa ortam anlamında, 16 defa iklim değişikliği olarak yer vermiş. İklim değişikliğini doğa ve kent hakkı başlığı altında incelemiş.
MHP 9 defa kullandığı iklim kelimesinin biri hariç hepsini“yatırım iklimi”, “manevi iklim” gibi tamlamalarda yer vermiş. Bir yerde hava olayları anlamında iklim kelimesine yer vermiş.
HDP ise iklim kelimesini yukarıdaki partiler gibi ne ortam anlamında, ne de iklim değişikliği olarak yer vermemiş.
Partilerin İklim Hedefleri: Sıfır!
Başlıktan durumun vahameti anlaşılacaktır. Önce maddelerle özetleyen bir arka plan bilgisi verelim.
Birincisi dünyada son 7-8 yıldır gelişen bir düzeyde partiler iklim değişikliği konusunda somut, ölçülebilir hedefler ve programlar koyar. Mesela 2007’de Avustralya’da Kevin Rudd seçim kampanyasına yüzde 15 emisyon azaltma taahhüttü ile girdi ve gelen tepki ile hedefi yüzde 20’ye çekti. Irak’dan asker çekme ve iklim değişikliği politikasında ortaya koyduğu fark nedeniyle mevcut iktidarı devirdi.
İkincisi, partiler bilimsel raporlardan verileri okur ve ülke için politika belgesi oluşturur. Bu belgeler somut hedefler ve programlar içerir. Son İngiltere seçimlerinde merkez sağa yakın orta büyüklükte bir parti olan Liberal Demokratlar 2050’de, ana muhalefet İşçi Partisi ise enerji sektöründe 2030’da sıfır karbon hedefini programında yer verdi.
Üçüncüsü ve asıl önemlisi, bu seçime giren bütün partilerin vekilleri 2009 yılında Türkiye’nin Kyoto Protokolü’ne taraf olması için el kaldırdı ve 243’ü evet, 3’ü hayır ve 6’sı çekimser oy kullandı. Müzakere ettikleri anlaşmanın içeriğini bilmemeleri, süreci bilmemeleri imkansız.
Dördüncüsü ise, Aralık 2015’de Paris’de yapılacak 21. Taraflar Konferansı’na kadar ülkeler 2030 emisyon azaltım hedeflerini teslim ediyorlar. Dünya hedef teslim ederken seçimlerde de buna dair bir cümle olması gerekmez miydi?
Hiçbir parti ne yazık ki somut, ölçülebilir ve bilimsel gerçekliklerle ilintili bir iklim değişikliği hedefi koymamış. CHP 2011 seçim programında olan somut ve sayısal hedefleri bile bu beyannamede yer vermemiş.
Akla toplumda böyle bir beklenti olmadığı, ya da partilerin böylesi bir toplumsal beklentiden haberdar olmadığı düşüncesi gelebilir. Ancak, 2013 yılında bütün bu partilere Sivil İklim Zirvesi’nin hazırlamış olduğu deklarasyon teslim edildiği ve 2020 yılına kadar en az azaltım hedefi talebi ilettiklerini söylemeden geçmeyelim.
Duvara Hızlı Çarpmada Partiler Yarışıyor!
Bilim dünyasını bir yardımcı pilot gibi düşünün. Direksiyonda da politikacılar var. Bilim, daha fazla gaza basarak aşırı hızlandığımızı söylüyor. Sanayileşme öncesi atmosferde milyonda 280 parçaçık (ppm) karbondioksit varken, mevcut iklim dengeleri için 350 ppm’in aşılmaması gerektiğini, ama bugün 400 ppm’e çıktığını, 450’ye yaklaştıkça virajı alamayacağımızı söylüyor. Ayrıca, virajdan sonra uçurum olduğu içinde ayağımızı fosil yakıt ekonomisinden tamamen çekmemizi öğütlüyor. Bir başka deyişle, ‘’2015’e kadar atmosfere saldığın emisyon yeter, şimdi ayağını daha yavaş gaza bas, 2050’ye kadar da fosil yakıt ekonomisinden tamamen kurtul ki yüzlerce yıl sonra gezegen sınırlarına geri dönebilsin’’ diyor.
Bu noktada AKP’nin politikaları çok net. Kömür, doğalgaz ve petrolün kullanımını artırmak, bunu artırmak için mega projeler yapmak. Yani 450 ppm hak getire, viraja 550, 600 ile girmek istiyor.
CHP ise kömür, petrol ve doğalgaz ithalatına karşı ama yerli kömürü geliştirme sözü veriyor. Ama yoksullara ücretsiz enerji verimliliği desteği vermek yerine, ücretsiz doğalgazı teklif ediyor. Daha da kötüsü zaten mevcut olan İklim Değişikliği Strateji Belgesi yokmuş ve de yeni bir şeymiş gibi aynı belgeyi teklif ediyor. Kısacası CHP viraja girmek konusunda bilimin söylemlerine ters program öneriyor.
MHP’nin durumu çok basit. Bu kadar enerji yatırımlarının nedeni olan ‘’Enerjide yerli, yeni ve yenilenebilir kaynaklara yönelerek dışa bağımlılığı azaltmak’’ ifadesini aynen kullanmış. Yani 1990’a göre 2 kat daha fazla kömür üretimi yeterli bulmuyor. Rödovansı da savunarak ‘’ben de hızlı şöförüm’’ diyor.
HDP konuya sadece ekoloji perspektifinden bakmış. Yeni HES, kömür ve nükleere yer olmadığını söyleyerek hızı arttırmama sinyali vermiş. Mevcut fosil yakıtların kullanımı azaltmak konusunda da hiçbir hedef ve program önermediği için eksik kalmış. Diğer yandan, yerel enerji önererek ikincil bir çözümü ifade etmiş.
Bilimsel gerçekler ve ülkelerin buna yönelik politikaları tartışılıyorken ve de bir dizi sayısal hedef koyarken, seçimlerde partilerin buna dair hiçbir somut söylemi yokken, beyannamelerinin karşılığı ne?
Yukarıda verilen sözlemleri dünya politikası olarak görürsek, AKP, CHP ve MHP’nin yaklaşımı iklimin viraja girmeden devrilmesi anlamına geliyor. HDP’nin söylemi ise biraz daha iyi. Önerisi viraja girdikten sonra devrileceğimiz anlamına geliyor.
Doğa ve Ekoloji
CHP ve HDP’nin beyannamelerinde doğa ve ekoloji çerçevesi yer alıyor. AKP’de adı geçmezken, MHP sadece ‘’ekolojik dengeler dikkate alınarak’’ ifadesini geçiriyor. CHP mega projelere karşı çıkmak yerine gözden geçirmeyi tercih ederek doğa yıkımını engelleyecek politika üretmiyor. HDP’nin ekolojiye uygun çözümler için yer yer özendirme, destek gibi ifadeleri olumlu gelse de, ana politika olarak yer almıyor. Böylesi olumlu ifadeler, mevcut mantığa sadece hoş bir ek olarak duruyor.
Politikacılara Söylemeyin
5 Haziran’ın Dünya Çevre Günü olarak kutlanmasına 1972’de Stokholm’de karar verildiğini, bu zirvenin 20. yılında Rio’da BM Çevre ve Kalkınma zirvesinde BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzaya açıldığını siz 7 Haziran seçimlerinde politikacılara söylemeyin.