Nükleer Rönesansın Sonu
Üç Mil Adası kazasıyla tökezleyen nükleer endüstri, 1986 yılındaki Çernobil kazasıyla ağır bir darbe almış, çok değil 5-10 yıl öncesine kadar da bu darbenin etkisiyle kendisine, enerji piyasasında büyümeyi değil, pozisyonunu korumayı seçen yeni bir rol belirlemişti. Asya’da yeni kalkınan ekonomilerin hızlı büyümesi, Rusya’nın Sovyetler Biriği’nin dağılmasından sonra kendini yeniden toparlayarak, özellikle Avrupa’da bir doğalgaz tekeli haline gelmesi ve iklim değişikliğiyle ortaya çıkan fosil yakıt ekonomisinin sürdürülebilirliği tartışmaları, kış uykusuna yatmış nükleer endüstri için yeni bir fırsat yarattı.
Nükleer rönesans hiç başlamadı
Nükleer rönesans bayrağıyla birleştirilen bu kampanya başta enerjiye aç Çin ve nükleer santral pazarlamaya hevesli Güney Kore olmak üzere Asya’daki birkaç ülkede etkili oldu. Nükleer enerjinin sorgulandığı güvenlik, maliyet ve atık sorunu gibi konularda çok önemli gelişmeler kaydedilmemiş olmasına rağmen, nükleer endüstrinin eski oyuncuları Areva, RWE, E.ON gibi devlerin ciddi çabalarıyla nükleer enerji kısa zamanda olumsuz imajını düzeltti. Yine de, şu anda inşası süren 65 reaktörün 48 tanesinin Çin(27), Rusya(11), Hindistan(5) ve Güney Kore(5) sınırları içerisinde kaldığı düşünüldüğünde nükleer rönesansın Batı’da pek de öyle net sonuçlar verdiğini söylemek doğru olmaz. Bu 65 rakamının içinde, Arjantin’deki Atucha-2 reaktörü gibi, yapımına 1981 yılında başlanan ve hala inşaatı süren santraller listesinde yer alan birçok sorunlu reaktörün de yer aldığını anımsatmakta fayda var. Ya da ABD’de inşası süren tek reaktörün aslında 1972’den beri bitirlemeyen ve Watts Bar-2 reaktörü olduğunu söylemeliyiz. Kısacası, nükleer rönesans aslında hiç var olmayan koca bir masaldı.
Ucuz nükleer kağıt üstünde kaldı
Avrupa’da bu rönesans dalgasından en çok para kazanmayı planlayan Fransız Areva’nın biri ülkesinde, biri de Finlandiya’da yapmaya çalıştığı son nesil (3+) EPR reaktörlerinin durumu da ortada. Finlandiya’daki Olkilioto reaktörünün -yüzde 2,6’lık özel faiz oranına ve 610 milyon avroluk sübvansiyona rağmen
3 milyar 200 milyon avro olması beklenen yapım maliyeti şu anda 5,5 milyar avroyu geçti ve santral hala bitirilemedi. Bizim memlekette kilovat kurulu güç başı maliyetler kw kurulu güç başına 1200 avro gibi komik seviyelerde hesap edilip, basına bu rakamlar üzerinden demeçler verilirken, 2009 yılında Citi Investment Research&Analysis (Citi Yatırım araştırma ve Analiz) tarafından yapılan bir araştırmada, ilk yatırım maliyetinin kW başına 2500 ile 3500 avro arasında olduğu belirtiliyordu(1). Kısacası, nükleer enerjinin ucuz olduğu da bize anlatılan ikinci bir masaldı.
Rus teknolojisi hiç sınanmadı
Bize anlatılan üçüncü masal ise nükleer santrallerin fevkalede güvenlik önlemleriyle donatılmış, yüksek teknoloji ürünü makinalar olduğu ve terör saldırılarından, uçak düşmesine, depremlerden, insan hatasına kadar binbir türlü etkiye karşı dayanıklı olduğuydu. Japonya’da olan ve insanın yüreğini sızlatan deprem ve tsunami bize Nükleer Rönesans’ın son maskesini düşürdü. Çok değil üç ay önce Japonya’ya depreme dayanıklı santral bakmaya giden Enerji Bakanı Taner Yıldız, şimdi oradaki santralleri kötülemek zorunda kaldı. (Yıldız’ın 2010 Aralık ayında ziyaret etiği Kashiwazaki-Kariwa nükleer santralinde, 16 Temmuz 2007 tarihinde meydana gelen 6,8 büyüklüğündeki deprem sonucunda hasar meydana geldiğini ve radyasyon sızıntısı olduğunu da bir dip not düşelim. Belki o gezide konuşulmamıştır). Fukuşima Daiichi’deki 1 numaralı reaktörü kastederek, o santral 1.nesil santral, üçüncü nesil olsa bir şey olmazdı diyen Bakan Yıldız’ı, diğer reaktörlerdeki patlamalar ve yangınlar yalanladı. Rusların yapacağı VVER 1200 reaktörü daha dünyanın hiçbir yerinde bir saat bile çalışmamışken(2), Ruslar’ın depreme karşı dayanıklı santral inşa etme konusunda hiçbir tecrübeleri yokken yapılan, bu erken ve “ne yapalım da yapalım ihaleyi koruyalım” amaçlı demeçler aynı rönesans masalı gibi ters tepti. Başbakan’ın tüp benzetmesi, bize Çernobil felaketinden sonra radyasyonlu çay içmemizi öneren bakanları anımsattı. Görünen o ki, Türkiye 3., 5. nesil reaktörleri değil, en azından 86’dan beri değişmeyen 1.nesil politikacıları nasıl değiştireceğini tartışsa daha fazla yol alır. Yine kısacası, nükleerin güvenli olduğu iddiaları da Japonya’da yaşadıklarımızdan sonra masal oldu.
Şimdi bize masal değil gerçekler lazım:
• Türkiye nükleer santrale muhtaç bir ülke değildir, nükleer her zaman siyasi ve bazen de “ticari” bir seçenek olmuştur. Nükleer santraller dünyadaki tek elektrik üretme yöntemi değildir.
• Türkiye’nin enerji yoğunluğunu düşürmeden, verimlilik ve tasarruf tedbirlerini gündeme getirmeden, akıllı şebekelere geçişini tasarlamadan yapılacak her yeni santral bu ülkenin plansız enerji politikalarını daha da çetrefilleştirecektir.
• Ecemiş fay hattının 25 kilometre ötesine nükleer santral kurulamayacağı gibi, neredeyse tamamı deprem kuşağındaki Türkiye’nin hiçbir bölgesine, depremlere karşı dayanıklı olduğu iddia edilerek santral kurulamaz.
• Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının nasıl değerlendirileceğine dair ayrıntılı bir yol haritası çizilmeli ve yenilenebilir kaynakların önceliği kabul edilmelidir. Bu öncelik şebekeye erişim konularında da hayata geçirilmelidir.
• Enerji yatırımları gibi pahalı yatırımların ülke ekonomisi ve istihdam planlarıyla ilişklendirilmesi kaçınılmazdır. 10 MW’lık rüzgar türbini Türkiye’de imal edilse ve kurulsa her yıl 150 kişiye iş sağlar. Bir nükleer santralde ise 200 ila 300 kişi çalışır. İşsizlik oranı yüzde 12’leri bulan bir ülkede milyarlarca dolar, elektrik+sanayi+istihdam üretmek varken sadece elektrik üretmeye harcanamaz.
• Ve son olarak, Türkiye’de terör tehdidi bitirilmeden nükleer santrallerin güvenliğinden bahsedilemez.
Listenin uzatılabileceği muhakkak ama Japonya’daki deprem, maskelerin düşmesini sağlamış ve Türkiye’de enerji piyasasını kökten değiştirecek bir enerji devrimine gidişin yolunu açmıştır. Almanya, İsviçre, ABD, AB ve hatta Çin’den gelen nükleerle ilgili kararlar bu devrimin ilk işaretleridir. Almanya’da sokağa dökülen 60 bin nükleer karşıtı ve hızla oylarını arttıran Yeşiller partisi bu talebin siyasi ayaklarını oluşturmaktadır. Şimdi biz Türkiye olarak ya dünyadaki bu devrimin bir parçası oluruz ya da o malum fosil ve nükleer lobilerin bize anlattığı masalları bir süre daha hem de tek başımıza dinlemeye devam ederiz.
1 “New Nuclear, The Economics Say No”, Citigroup Global Markets, s. 2.
2 http://www.taek.gov.tr/component/content/article/194-nukleer-enerji-ve-nukleer-reaktorler/801-akkuyuda-kurulmasi-dusunulen-vver-1200-tipi-nukleer-santral-yeni-bir-teknolojidir-dunyada-hicbir-yerde-uygulanmamistir-rusyada-da-iki-yerde-gelistirilecektir-yapimi-tamamlanmis-boyle-bir-reaktor-var-midir-turkiye-pilot-proje-mi-olacaktir.html