Nükleer Enerjilen-me…
Malumumuz, son günlerin ülke gündemi, “reklam” anlayışının zorlayıcı ve çoğu zaman beyin kanırtmalarına varan bıktırıcı tavırlarıyla ülke gündemine oturan nükleer enerji.
Buna bilgili bilgisiz, sorgulu sorgusuz, düşünceli düşüncesiz tarafgirliklerin getirdiği kavgaların uzlaşmaz kargaşası da eklenince, tek bilineni çözülemeyen parametreleri olan “enerjilenme denklemi” tam bir dinamik çözümsüzlüğe dönüşüyor.
Amacın enginliği aracın kutsiyetini getirmez; hele hele yöntemin dokunulmazlığını asla.
Asıl olan her ne kadar amaç olsa da ulaştıracak yöntemin de teknik ve etik açıdan ona uygun olması gerekir. Bu gereklilik, beşeri kutsiyetler ile özerkleştirilen amaçlar için her yolun mübahlığı şartlanmışlığına kurban edil-e-meyecek kadar zamani ve hayatidir.
…
Kavramların anlayışlarda tamamen dış algılar ile yönlendirildiği ve yönetildiği bir dünyada en zor iş, iletişimi bu yargılara kurban edilmiş kavramlar üzerine kurmaya çalışmaktır. Zira kavramlar anlamdan çok fanatik bir kimliğe ve aidiyet sembolüne dönüşmüşse orada doğrunun kavgasını veren her fikir bu yanlışlık uğruna ölmeye mahkumdur. Yanlış uğruna ölen her bilgi, geride yargıyı değil sorguyu bırakabiliyorsa bir kazanç, aksi ise zamanda kaybolan bir hiçtir.
Hayatın her yönünde olan bu durum, enerjide ise inanılmaz bir bir sihre ve güce dönüşmektedir.
Tüketim rahatlığının köleleştirdiği hayat tutkunlarının öncelediği “ne olursa olsun tüketim” çılgınlığı ile ekonomiyi bu tüketime endeksleyen küresel “t-üretim köşeleri” arasında birer danışıklı yalana dönüşmüş olan bu kavramlarla anlaşmak aynı dili konuşan insanlar için bile imkansızdır.
Sonuçta yenilenebilir enerjiyi duyunca beyninde güller güneşler açan, nükleeri duyunca gönlünde atomlar patlayan, kömürü duyunca ciğerine buruk bir sahiplenmişlikle amaları sıralayan bir fikri emboli durumudur ortaya çıkan. Çözüm beklediğiniz toplumsal “uz”manlar da bu kavramları neşter tutan bir kasap edasıyla sallayınca sorunlarda, çözüm değil kör düğüm çıkar ortaya.
Enerji gibi tüm hayati konularda kararlar, ne başkalarının verdiği gözlükler, ne de başkalarını verdiği aynalar ile doğrulanabilir. Işığın sahteliğinde holografik yalanlarla gerçekleri saptırdığı bir anda, gölgeler ile uğraşmak zamanda kaybolmuşluk demektir.
Zaman her şeyi değiştirdiği gibi doğruları da eskitir. Geçen yüzyıla damgasını vuran eskimiş enerji doğruları ile yeni yüzyıla hükmetmeye çalışmak ve bunda ısrar etmek büyük yanlıştır. Zaman her yönüyle sürdürülemez, yani “son”lu bir çözüm-süzlük-le geleceğin imkansızlığını söyleyerek yanlışlar bunu. İster buna zamanın ruhu deyin ister zamanın güruhu deyin, aklın doğruları zamanda eskimeye mahkumdur, tıpkı tüm zaman tutsakları gibi. Bunların kalıcılığı değil yaşamasıdır önemli olan, bunun için de mutlaka kimlikli olarak güncelenmek zorundadır.
Geçen yüzyılın ruhunda nükleerin yaşadığı süreçte ülkeler sahiplenmek için yarışırken, bugün bir çok gelişmiş ülke bundan kaçmanın planlarını yapmaktadır. Dünya nükleere; zaman bağımsız bağımlılıkları, riskleri, artan güven-siz-lik maliyetleri, alternatif-sizlik-leri sebebiyle geçen yüzyılda baktığı gibi bakmıyor artık. Tecrübeler bu belirleyici sorgular dışında, nükleer araçları sürekli güç ve küresel “tahakküm” aracı olarak önceleyen ilkel şartlanmışlığa bile bu bedeller ile bir çözüm sunamayacağını göstermektedir. Nükleerin enerji uygulamaları da bu değişen doğrularla kendini güncellemeye başlamış ve “sürdürülebilir” nükleer mümkün mü? sorusuna cevap aramaya başlamıştır. Yeni yüzyıl zamanının ruhu, nükleer dahil hiç bir teknolojinin kazancı ne olursa olsun, “çevre” ve “doğal çevrim”e vere-bile-ceği olumsuzluk “rağmen”leri ile varlığını sürdürmesinin imkansızlığı söylemektedir. Bu artık, bir tercih olmaktan çoktan çıkmış asli bir zorunluluk haline gelmiştir. Zira varlık iddiasının miras ve kalıcılık geleceği, sadece sürdürülebilir enstrümanlar ile mümkündür.
Yeri gelmişken şu önemli saptamayı yapalım. Geçen yüzyılın pragmatik tahakküm anlayışının amacı “nükleer teknoloji”yi her zaman sadece “enerji” ile özdeşleştirmiş ve ona sahip olmayı enerjinin de bir aracı olarak görmüştü. Diğer yandan enerji uygulamaları da nükleer teknolojinin “öteki alternatifsiz yetenekleri”nin bir yansıması ve bir göstergesi olmuştu her zaman. Artık küresel araçlar ve sistem bu sert ve verimsiz yollardan ziyade, yumuşak ve kabulcü yöntemleri benimsemektedir. Fakat bu alanda bilgi ve teknoloji gelişim hızını bir an bile azaltmamış amacını daha sürdürülebilir ve risksiz çözümlere odaklayarak sürdürmüştür.
Geçen yüzyılın bu şartlanmışlığı çoğu zaman “nükleer teknoloji”nin (kuantum, füzyon..) ne kadar büyük bir alanı kapsadığını ve bu teknolojinin tıptan tarıma, uzaydan ambalaja, güvenlikten malzemeye kadar ne büyük bir sahada uygulamalara sahip olduğunu unutturmuştur.
Kavramsal olarak nükleer “teknoloji” ve nükleer “enerji” ayrımının mutlaka yapılması ve beyinlerde her iki anlayışın da bilincinin güncel doğrular ile oluşturulması gerekmekte.
Sorgu desteklerinde özgün, kimlikli bilgi oluşturamayan fikir ordularının komuta kontrolü, her zaman başkalarının bilgileri ve kabullerindedir. Bu sizi kimi zaman bir teknoloji pazarına, kimi zaman bir teknoloji kobayına, kimi zaman da bir teknoloji çöplüğüne dönüştürebilir. Ama asla size bir teknolojik baronluk bahşetmez, en yüksek terfisi teknolojik taşeronluktur.
…
Nükleer önceliğimiz her zaman teknoloji olmalı ve bunun yöntemi de en riskli ve en yüksek maliyetli enerji uygulamaları olmamalıdır. Enerji önceliğimizde ise mutlaka daha bağımsız, risksiz ve maliyetsiz verimli yollara gidilmeli. Nükleerin enerjide mevcut durumu ve maliyetleri ile teknoloji transferinde bile bir araç olmak bir tarafa, bir sorun ve çıkmaz olabileceği ihtimalini yaşanan tarihsel ve bilimsel süreçler göstermektedir. Artık zamanın ruhu, sicilli enerji enstrümanlarının seçimini, sayıların çokluğu adetlerince düşünerek değil, alternatifleri ile düşünmeyi ve alternatif oluşturacak yenileşimleri görerek hesaba katmayı mecbur kılmakta. Geleceğin kazananları bu alternatif yarışına bu gün başlayıp farkla yaşatanlar olacaktır.
Yarış alternatif üretme yarışı, buna katkıda bulunalım ve bir başka boyut getirelim tartışmaya; Madem amacımız enerji arz güvenliği, bunu neden “başkalarının risklerini” ülkemize yükleyeceği bir yatırımla ile gidermeye çalışalım? Bu ülke enerji tedarik altyapısı ülkemize uygun olan bir özerk yere, kendi topraklarına bu yatırımı yapsın ve biz de sadece enerji alalım; kaynağı, atığı, tedariği, riski ve sökümü bizim sorunumuz olamayan, arz garantisi belli, fiyatı belli, riski belli, geleceği belli olan bir enerji anlaşmasıyla, teknoloji ve bilgi transferi opsiyonlu, burada eğitimleri dahil olacak şekilde. Böylece geleceğe çok büyük sorunlar olarak yansıyacak risk ve bağımlıklardan da kendimizi korumuş olmaz mıyız?
Kaynakların doğal sürdürülebilirliğinde ister yenilenebilir ister nükleer olsun, sorun enerji değil enerjilenme ve yöntemleridir. Zamanın değiştirdiği ve değiştirmesi gereken ise “insan”ın önceliklerinde, bahşedilen mükemmel doğallığın alacağı yerdir; hırsa ve kibre yenilmeden…