Necdet Pamir – “Yenilenebilir” ya da “yenilebilir” enerji meselesi

15 Ekim 2010

Enerji politikasının en temel gerekliliklerinden biri, yerli enerji kaynakları potansiyelinizi ve rezervlerinizi bilimsel ve nesnel olarak tanımlayabilmektir.

Türkiye, mevcut politikasının sonucu olarak; tükettiği enerjinin % 31’ini petrolden, % 31’ini doğal gazdan sağlıyor. Yani tükettiğimiz enerjinin % 62’sini bu neredeyse tamamını ithal ettiğimiz iki kaynak oluşturuyor. 2008 yılında petrol, petrol ürünleri, gaz ve LPG ithalatına 44,8 milyar dolar ödemişiz. Toplam ithalatın dörtte biri… (2009 rakamları daha düşük. Ama bu düşüş, hem talep daralması hem de fiyatların görece düşük seyrinden.) Bu durum sürdürülebilir değil.

Buna karşın Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne göre, denizlerimiz sondajlı aramalar itibarı ile henüz % 1, karalarımız ise henüz % 20 oranında aranmış. Bu durumda petrol ve gaz potansiyelinizi bildiğinizi söylerseniz, inandırıcı olmaz. İyi de, potansiyelinizi henüz belirlemediğiniz alanda hangi politikayı üretseniz, yanlış olmaz mı? Demek ki önce arama yatırımlarımızın hızlanması, mümkünse yerli üretimimizin artması gerçekleştirilmeli. Aksi halde % 98’ini ithal ettiğimiz gaza ve % 92’sini ithal ettiğimiz petrole toplamda % 62 bağımlılık, akıl ve vicdan dışı bir politikadır.

İspatlanmış ve üretilebilir 12 milyar ton linyitimizin üçte ikisi değerlendirilmeyi beklerken, EPDK bir dizi ithal kömür lisanslı santral onayı verdi. “Yerli kaynakları kullanacağız” sloganlarına karşın, buna ek olarak yeni doğal gaz santrallerine de lisans verdi. İthal kömür ve gazla çalışacak YENİ santrallere verilen lisansların toplam kapasitesi, mevcut kurulu gücümüzün % 32’si kadar! Söylemle eylem gene çok farklı…

Temiz, yerli ve yenilenebilir kaynaklarımızdan rüzgar ve güneş ise, öylece bekletiliyor. Elektrik İşleri Etüt İdaresi’ne göre, 48,000 megawatt kurulu güce karşılık gelen rüzgar potansiyelimiz var. Henüz 1090 megawatt’ı devreye alınabildi.

Güneşten elektrik eldesi için belirlenen potansiyel rakam ise 380 milyar kilowatt-saat. 2009 elektrik tüketimimizin iki katı. Henüz el değmedi (çok sıcak, el yakmasın diye herhalde)…

Güneş için 26 euro-cent/kws, 13 euro-cent/kws satın alma garantisi verilecek derken, dağ fare doğurdu. Kanun taslağındaki son rakamlar 10 veya 12 dolar-cent/kws gibi görünüyor. “Henüz nihai taslak belirlenmedi” deniyorsa da, her konuda bilginin (her nedense) öncelikli “sızdığı” bir yayın organına göre son durum şöyle: “Kanun tasarısında herhangi bir değişiklik olmaz ise, Enerji Bakanlığı rüzgar enerjisinin 1 kilovatsaati (KWh) için 5,5 Euro/cent, güneş enerjisinin 1 kWh’ı için ise 12 dolar/cent verecek. Sektörde faaliyet gösteren uluslar arası dev sermaye grupları ise ürettikleri enerjiyi 15-16 euro/cent’ten satmak için yoğun lobi faaliyeti yürütüyor.”

Bizce, teşvik rakamından da önce karar verilmesi gereken şey, ülkemizde güneş enerjisi (PV ve CSP) teknolojisinin gelişmesi ve yerli üretime geçilmesini mi, yoksa nereden gelirse gelsin en “ucuz” (ama ithal) teknolojiyi mi tercih edeceğimiz hususu… Eğer sızdırılan bilgilere itibar edilecekse, mevcut “politika”, Uzak Doğu’lu bir firmayla, nükleer santralde Rusya ile yapılana benzer bir mutabakatçerçevesinde, onlara Türkiye’de güneş enerji santralleri ( güneş tarlaları ) kurdurmak ve 10 c€/kWh fiyatla elektrik satmalarını sağlamak…

Hangi teknoloji kullanılacak, referansları var mı, sakıncalı ürün kullanımı söz konusu mu, kullanılacak teknolojinin transferi söz konusu mu gibi sorular her zamanki gibi havada. Göründüğü kadarıyla esas alınan tek şey “10 c€/kWh fiyatla elektrik üretileceği” kabulü… “Ucuz etin yahnisi” misali… Ama amaç “birilerinin” alış-veriş” yapmasıysa o başka; ona bizim aklımız ermez…

Oysa hedeflenmesi gereken, “yesilekonomi.com”un (sayın Levent Gülbahar) haklı olarak talep ettiği gibi, “ülkemizde güneş enerjisi (PV ve CSP) teknolojisinin gelişmesi ve yerli üretime geçilmesi” olmalı. Bu yapılmadığı takdirde, verilecek teşviklerin çok büyük kısmı sürekli olarak yabancı firmalara aktarılacak ve ne idüğü belirsiz “teknolojiler”le ülkemiz teknolojik çöplüğe dönüşecektir.

HES’lerde yaşananları ise hep birlikte görüyoruz. ÇED raporlarının ve can suyu hesaplarının “kılıfına uydurulduğu”, kimi yerde gereksiz sayıldığı, doğayı tahrip eden santrallere karşı yargı kararlarının “yok sayıldığı”, kılıfına uydurulmuş can suyun bile bırakılmadığı “HES yatırımları”, doğayı geri dönülmez biçimde öldürüyor. Yöre halkı da haklı olarak isyan ediyor.

Bizler ise, yerli ve yenilenebilir kaynakların kullanımını daha zor dillendirebilir hale geldik. Düne kadar domates-patates satarken, bu işe “soyunup”, kısa zamanda cebini doldurmaktan başka kaygı duymayan, yeni yetme enerji “yatırımcılarının” ihtirasları yüzünden…

HES’lerdeki bu durum, diğer yenilenebilir kaynakların geleceği için de ciddi bir tehlike sinyali veriyor. Konunun bir diğer “inanılmaz” örneğini hatırlatmakta yarar var: Anımsarsanız; sevgilisi için santral alan iş adamı konusunda, “Sağ olsun. O da bizim aktörlerimizden bir tanesi. ‘Sevgilisi için santral almak yasaktır’ cümlesi olmadığı için ihaleye girebiliyor.” açıklaması gelmişti en yetkili ağızlardan… İzlenen bu gerilim filminin aktörü de yönetmeni de böyle olur…

Yıllar önce bir televizyon kanalında, iktidar partisinin bir yetkilisi ikide bir “yenilebilir enerji” diyordu. Dil sürçmesidir, hepimizin başına gelebilir. Ama bunu ardı ardına beş on kez söyleyince, “acaba dedim, dervişin zikri neyse, fikri de odur” misali, bu konuya da diğer konular gibi, birileri açısından salt “yenilebilir” olup olmadığı penceresinden mi bakıyorlar gene?

Başlıktaki “yenilebilir enerji mi, yenilebilir enerji mi?” tekerlemesi de oradan aklıma geldi. Ülkemiz için, tüketicimizin en ucuz ve temiz enerjiyi kullanabilmesi için verdiğimiz mücadelede, karşımızdaki bunca olumsuzluğa karşın, bir gün başarılı olabilecek miyiz? Yenilenebilir enerji kaynaklarımız, yemekten başka bir şey düşünmeyi beceremeyenlere rağmen, insanımızın hizmetine sunulabilecek mi?

Ne dersiniz?

Kaynak: www.enerjienergy.com