Musluğa İndirgenen Bir İklim Politikası

Ethem Yenigün
18 Ağustos 2014

Bu yaz İstanbul’da yaşanan yağışlar ve yağışlar sırasında ortaya çıkan hortumlar iklim değişimi konusunda şu ana kadar yaratılamamış bir farkındalığın oluşmasına vesile oldu. Tropikal iklime geçildiği gibi genel kabuller bir tarafa bırakılırsa, yaşanılan bu olayların iklim değişiminde farkındalık yaratma noktasında olumlu etkisi olduğu iddia edilebilir.

Yıllardır Anadolu’da göller ve nehirler kuruyor. Su havzaları, kucağında yaşattığı canlılarla birlikte buharlaşıp kayboluyor. Üzerinde baraj yapılmamış ufak tek bir nehir bile yok. İstanbul gibi bir metropolde ormanlık alanlar gittikçe azalıyor. 2/B arazileri derken, zeytinliklerle ilgili kanunun yasalaşması bekleniyor. Bir sonraki sürprizin ne olacağını kestirmek ise şimdiden zor.

Bu gelişmeler, bütün çabalara ve yaratılan çevreci duyarlılığa rağmen ekonomik büyümenin birincil öncelik olarak kabul edildiğini, insanoğlunun doğanın bir parçası olduğu anlayışının ikinci planda kaldığını gösteriyor. Ufak bir internet taramasında bile kamunun ilgili kurumları tarafından yayınlanmış bir sürü plan, program, eylem planı veya proje olduğunu gösteriyor. Ancak bir önceki paragrafta örnekleri sıralanan gelişmeler, bu politika belgelerinin istenen gelişmeleri sağlayamadığını gösteriyor.

Anadolu kuraklaşıyor. Göller, akarsular kuruyor. Bu kuraklaşma yakında sofralarımızı daha çok etkileyecek. Bugün rahatlıkla bulabildiğimiz sebzeleri ve meyveleri, önlem alınmazsa yakın zamanda çok daha kötü kalitede ve daha pahalı alabiliriz. Tahıl konusunda kendine yeten Anadolu, kısa bir süre sonra bu yeterliliğini kaybetme noktasına gelebilir. Ormansızlaşma artarken mevcut bitki örtüsü daha da cılızlaşabilir.

Kuraklaşmayı en çok tartıştığımız dönem, bu yaz oldu. Çünkü İstanbul’daki barajların yaza yetecek kadar su bulundurmama riski ortaya çıktı. Ajanslar, belki de kamuoyundan gelen talep üzerine günlük hava durumunu verir gibi barajların doluluk oranını vermeye başladı. Anadolu’da benzer sorunlar daha önce de vardı. Halbuki basın da kamuoyu da bu konuyla şimdi olduğu kadar ilgilenmiyordu. Çünkü etkileri İstanbul’da bu kadar hissedilmiyordu.

İklim değişimi konusunda mevcut tartışmalara bakıldığında, tartışmaların gündelik sorunlarla sınırlı kaldığı; bu tartışmaların kaynağı olan kaygıların, daha çok evlerde kullanılan suya, yani içme suyu üzerine odaklandığı anlaşılıyor. İçme suyu tabii ki çok önemli, takip edilmesi, sorun çıktığında önlem alınması gereken yaşamsal bir konu, ancak yeterli değil. İnsanoğlu tarafından doğrudan kullanılmıyor olsa bile, su kaynaklarının en az içme suyu kadar takip edilmesi gerekiyor. İçme suyunu korumanın gerektirdiği anlayış budur.

Metrobüste su tasarrufu konusunda bir reklam gösteriliyor. Evde kullanılan suyun tasarruflu kullanımı konusunda somut öneriler vurgulanıyor. Bu video, olması gereken bir çalışma, ancak bu video sorunun boyutu yanında naif kalıyor. Neden bu video gibi çalışmalar su tüketimin olduğu bütün alanlarda yapılmıyor? Örneğin suyun en çok kullanıldığı sektör olan tarımda, su tasarrufu için ne tür önlemler alınması gerektiği konusunda neden bir video bulunmuyor? Video hazırlandıysa neden bir sonuç alınamıyor? Ya da bu kadar göl neden kuruyor? Daha da kritik olan nokta yakın dönemde, iklim değişiminden kaynaklanan hangi yeni sorunlarla baş etmemiz gerekecek?

Küresel iklim değişiminin etkileri gündelik yaşantımıza indi. Bu değişim bizi örneğin 10 yıl sonra nasıl etkileyecek? Bu konuda, çalışma yapması gereken birileri bir masa etrafında oturup gerçekçi, çözüme odaklı çalışmalar yapıyor mu? Daha önce, böyle bir kuraklık durumunda, alınması gereken önlemler konusunda birilerinin çekmecelerinde hazırlanmış stratejiler bulunuyor mu? Bu ve bunlara benzer soruların cevapları, iklim değişimi ile gerçekçi bir şekilde mücadele edilmesi için hayati bir önem taşıyor.

İklim değişimi gibi ciddi ve türümüzü yok etmesi muhtemelen bir konuda, bizi ilgilendiren boyutun, musluğu açtığımızda suyun akıyor olması olduğu anlaşılıyor. Kişisel refahın/konforun etkilenmesi, bu alanda da toplumsal “kırmızı çizgi”yi oluşturuyor. Küresel iklim değişiminin en büyük nedeni bu insan merkezli bakış açısında yatıyor.

@EYenigun