”Kyoto Protokolü İklim Sorununun Çözümüne Etki Edemeyecek”
REC Türkiye Durban Konferansı’nın ardından bir açıklama yaptı
Bu yıl onyedincisi Güney Afrika’nın Durban Kentinde gerçekleştirilen Taraflar Konferansı’nın ardından REC Türkiye tarafından konferans ile ilgili açıklama yapıldı.
Bu yıl Güney Afrika’nın Durban kentinde gerçekleştirilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) 17. Taraflar Konferansı (COP17) ve Kyoto Protokolü’nün (KP) 7. Taraflar Buluşması (COP/MOP7), geçtiğimiz Pazar günü sona erdi. Zirve, BMİDÇS Taraflar Konferansları tarihinin en uzun süren müzakerelerine sahne oldu; müzakerelerin resmi bitiş tarihinden iki gün sonra sözleşme ve protokol hattında kararların yer aldığı bir Durban anlaşması ortaya koyuldu.
Sürecin en temel çıktısını Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminin 1 Ocak 2013 tarihiyle başlaması yönünde alınan karar olarak nitelendiriyoruz. Ancak, bu anlaşma belgesinde Rusya, Kanada ve Japonya ile birlikte ilk dönemde de yer almayan ABD, Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminde yer almayacağını belirtti. Bu nedenle, Kyoto Protokolü iklim sorununun çözümünde etkisiz bir araç olarak kaldı. Sadece Avrupa Birliği ve Norveç’in katıldığı ikinci yükümlülük döneminde küresel salımların yaklaşık %20’sini kontrol eden bir Protokol olarak sorunun çözümüne katkısı çok sınırlı olacak. Türkiye, Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminde yer alacak ülkeler arasında bulunmuyor.
Durban’da uzayan müzakereler sonucunda AB’nin arabuluculuğu ile ortaya çıkan diğer sonuç ise, tüm tarafları içine alacak yeni bir iklim değişikliği anlaşmasının oluşturulması için 2015 yılına kadar bir yol haritasında anlaşılmış olması. 2015 yılında tüm tarafların imzalayacağı anlaşmanın yükümlülükleri ise 2020 yılında başlayacak. Gelecek yıl Katar’da gerçekleştirilecek olan 18. Taraflar Konferansı’nda gerçekleştirilecek müzakereler bu yeni antlaşmanın içeriğine odaklanacak. 2020 yılına kadar ülkelerin gönüllü azaltım çalışmaları devam edecek.
Özellikle gelişmekte olan ülkeler için en önemli gelişme, Yeşil İklim Fonu’nun artık işlevsel hale getirilmiş olması. 2020 yılından itibaren iklim değişikliğinden en çok etkilenen olan ülkelere her yıl 100 milyar USD kaynak aktarılacak. Ancak, bu fona kaynağın nasıl sağlanacağı ise hala soru işareti olmakla birlikte fonun başlangıç masrafları Güney Kore tarafından karşılanacak. Fonun yönetiminde gözlemci olarak özel sektör de yer alacak ve özel sektör tarafından da fon için kaynak sağlanabilecek. Söz konusu Fon’dan ancak gelişmekte olan ülkelerin yararlanacak olması nedeni ile Türkiye’nin bu aşamada fona erişimi mümkün gözükmüyor.
Küresel ölçekte atılacak adımların iki derecelik bir sıcaklık artışının önüne geçmesi gerekirken, 2012 yılından 2020 yılına kadar geçecek 8 yıllık sürecin yaratacağı gecikmelerin sonuçları ile ilgili olarak bilim adamları endişeli. Sekiz yıllık uluslararası bir anlaşmanın yokluğunda, 2050 yılında 2 derecelik ortalama küresel sıcaklık artışının altında kalma hedefine ulaşmak çok zor. Bu nedenle, Dünyada geri dönüşü olmayan etkilerin yaşanması riski maalesef hala devam ediyor.
Bu şartlar altında, özellikle iş dünyasının üzerine düşen rolün öneminin altını çizen REC Türkiye Direktör Yardımcısı ve İklim Platformu Genel Koordinatörü Kerem Okumuş “2020 yılında yürürlüğe girecek olan uluslararası anlaşmayı beklemeden, zaman kaybının getireceği zararların önüne geçilebilmesi için özel sektöre önemli bir görev düşüyor. Küresel iklim değişikliği, özel sektör için önemli bir risk. Üretim ve yönetimsel süreçlerin karbonsuzlaştırılmasıyla özel sektör bu riskin önüne geçebilir ve ekonomik bir fırsatı da yaratabilir” dedi.
REC Türkiye özellikle iş dünyası ve yerel yönetimlere yönelik uyum ve azaltım çalışmalarını desteklemek ve bu sektörlerin işbirliğini teşvik etmek üzere çalışmalar gerçekleştirerek, Türkiye’nin hızla büyüyen ekonomisinin yara almadan iklimsel değişikliklere daha dayanıklı sistemlerin geliştirilmesini destekliyor.
*Ayrıntılı bilgi için www.rec.org.tr