Kömürün Tahtı mı Sallanıyor?

Mustafa Işık
12 Mart 2012

Bundan çok değil beş yıl önce birileri çıkıp, beş sene sonra yenilenebilir enerji maliyetleri kömür ile yarışabilecek deseydi, herkes onu yenilenebilir enerji ile şartlanmış bir önyargı numunesi olarak görürdü sanırım.

Ama geçen beş yıl bunun bir yargı olmadığını aksine aklın ve çabanın bir zaferi olmaktan öte, maliyet alternatifi bir seçenek olarak diğerleriyle rekabetini uygulamalarıyla gösterdi.

Köprünün altından çok olmasa da aşırı hızlı akan sular artık yenilenebilir enerjiyi, kirli üretimlerin her soluğunda ciğerlerinden boşalttığı dumanda kaybolan düşünce körebeliğinin bizi de sobeleyip yutmasını engelleyecek duruma getirmişti.

2009 yılı küresel elektrik üretimi 20055 TWh olarak gerçekleşmiş. Bu üretimde %40,6 ile kömür ilk sırada yer almakta. Aynı yıl tüm dünyada %43’ü (13 milyar ton) kömür kaynaklı olmak üzere  yaklaşık 30 milyar ton CO2 salımı yapılmış. Bu küresel manzarada ülkemiz aynı yılda hem kömür hem de gaz ithalatı açısından dünya 7.’si. Gazda 1.’nin yaklaşık ⅖ oranıyla 37 milyar m3, kömürde ise 1.’nin yaklaşık ⅙ oranıyla 27 milyon ton ithalatımız olmuş1.

Küresel elektrik enerjisi temini açısından kömürün bu etkinliği hiç tartışmasız onu tahta oturtuyor.

Yine aynı yıl ülkemizde yaklaşık 45 GW kurulu güç ile 200 bin GWh’a yakın elektrik üretimi gerçekleştirilmiş. Bunun 96 bin GWh’ı (%49) doğal gazdan, 17 bin GWh’ı (%9) taşkömürü -ithal kömür olmak üzere toplamda 56 bin GWh’ı (%28) kömürden ve 36 bin GWh’ı (% 18 ) da barajlardan sağlanmış2. Bu rakamlara göre bizdeki elektrik üretiminde tahtın sahibi şimdilik gaz görünüyor. Fakat açıklanan kömür açılımları ile bunun çok fazla sürmeyeceğinin işaretleri veriliyor gibi. Tam bu noktada maliyetler açısından son günlerdeki bazı değişimleri paylaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Daha dün gibi, 5 katı maliyetlere kadar elektrik enerjisi üretimi yapan yenilenebilir enerji nasıl olmuş da kömür ile üretilen elektrik enerjisi ile rekabet edebilecek düzeye gelebilmişti. İşin içinde bir politik göz boyama, teknolojik aldatma veya maliyet dalaveresi mi vardı?

Öncelikle işin mühendisliği açısından elmaları ve armutları ayırmamız gerekiyor. Kömür ve doğal gaz gibi birincil sistemlerin (-gazın tamamen kömürün de kısmen ithalata bağımlı olduğu bir ülkede bu da tartışılabilir-) ürettiği elektrik enerjisinin güneş ve rüzgar gibi kaynaklardan üretilen enerji ile evsaf farklılığını belirtmek gerekiyor. Sonuçta tümünün ürettiği elektrik olsa da, “zaman ve arz bağımsızlığı” açısından bir eşitlik söz konusu değildir. Güneş ve rüzgar elektriğinin kömür veya gaz elektriği ile aynı nitelikte olabilmesi için bir ara dengeleme ve/veya depolama sistemine ihtiyacı olacağı açıktır. Yenilenebilir kaynakların kullanımı, enerji talebi ile örtüşebilecek uygun altyapılarla sağlanacak depolamadan dengeleme imkanları ve süreğenlik oluşturulabilecek planlamalarla geleceğin en önemli enerji anahtarları olarak görülmektedir . Öte yandan bu konuda başta termal olmak üzere çok yüksek kapasiteli enerji depolama alternatifleri olan sistemler de çözüm olanakları sunabilir hale gelmiştir. Bu zaman ve arz bağımlılığı tüm yenilenebilir enerji kalemleri için söz konusu değildir.

Son günlerde yapılan tartışmalarda yenilenebilir enerji maliyetleri açısından bu zaman ve arz bağımlılığının birincil kaynaklara olan etkileri bir dezavantajmış gibi yansıtılmaya çalışılmaktadır. Yenilenebilir enerjideki dengesizliğin oluşturduğu açığı kapatma amacıyla sürekli dalgalı formda çalıştırılan birincil üretimlerin verimsizliğine yol açtığı belirtilmektedir. Teknik olarak doğru olan bu tespitler, mevcut sistemlerindeki adaptasyon ve teknik sorunlardan kaynaklanırken, faturayı dengesizlik ithamı ile yenilenebilir enerjiye çıkarmanın çok adil olmayacağını düşünüyorum.

İşin öz ve özetinde; sahip olunanların en az zarar-maliyet üretimi ile en yüksek verimliklikte dengelenmesiyle ihtiyaçların asgari muhtaciyetlere indirgenmesi vardır.

Yenilenebilir enerji sistem maliyetlerinin her geçen gün daha da azalmaya devam ettiğini, hatta bu sonuçların (-özellikle güneşte) rekabet ile sektörde getirdiği sallanma ve dökülmeleri daha önce de belirtmiştik.

Bir yandan küresel enerji piyasasındaki fosil yakıt fiyatlarındaki yükselişler, diğer yandan üretirken bozan ve binilen dalların kesilmesine yol açan çevre etkileri ve salım maliyetlerinin tüketicilere yansıtılmasıyla oluşan artışlar, bağlı tüm enerji maliyetlerinin domino etkisi ile yükselmesine sebep olmaktadır. Bu artışlar yenilenebilir enerjideki üretim ve teknolojik avantajların getirdiği düşüşle, bu iki enerji maliyeti arasındaki farkın hızlı bir şekilde  kapanmasını sağlamıştır.

Hatta zararlı madde salımlarında, zararların daha ciddi boyutlara ulaşmasını engelleme amacıyla yapılan kanuni değişiklikler, tüm eski sistemlerin yenilenmesi ve şartlara uygun hale getirilmesini gerektirecek, bu da nihayetinde bu türdeki enerji maliyetlerine artış olarak yansıyacaktır. Nitekim bunun bir örneği Birleşik Devletler’de yayınlanan bir eyaletin kamusal hizmet komisyon raporunda belgelendi. Raporda gündeme gelen EPA’nın 2011’in sonlarına doğru sonuçlandırdığı “Cıva ve Hava Toksikleri” tüzüğünün, kömür kaynaklı elektrik maliyetlerini daha dramatik bir şekilde artacağı sonucunu ortaya çıkarmıştır. Söz konusu raporda bu bağlamda yapılan bir diğer tespit ise; enerji maliyetlerinin karşılaştırılması kapsamında artık rüzgar, biyo-kütle ve hidroelektrik gibi yenilenebilir enerji maliyetlerinin, 40 yıllık ömür öngörüsü ile yapılan modern kömür santrallerinde üretilen elektrikten daha ucuz olduğu yönündedir.

***

Hayati şartların yegane temin ve tedarik aracı olan çevrenin değerindeki farkındalıklar, enerji üretimlerinde çevrenin bireyle eşdeğer olduğunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. 
Birey için kutsanan hayati değerlerin, insan ve çevre ayrılmazlığının bir sonucu olarak, tümü çevre için de geçerlidir. Bu “önem ve öngörü” bilinçlenmesi ile daha önce her şeye rağmen hiç bir şekilde maliyet olarak görünmeyen “kirletme özgürlüklerinin” maliyet yansımaları, kirletmeyenler ile olan maliyet adaletsizliğinin giderilmesinde büyük rol oynayacaktır. 
Fakat bu maliyetlerin hemen hemen tamamının hem yaparken, hem üretirken, hem de satarken bir minnet abidesi edasıyla üreticilerden çok tüketiciye yansıtılması, mevcut sistemlerin bu ve buna benzer durumları yeni sömürü araçları gibi kullanması tehlikesini beraberinde getiriyor, maalesef…