İklim’deki Adımlar Enerji Verimliliği Rekabetini Kızıştırıyor!
Kopenhag’da 2009’da gerçekleşen 15. Taraflar Konferansı’nda, bir dizi eksende yürüyen tartışmanın bir tanesi ise ABD-Çin arasında gerçekleşiyordu. Zirve öncesi iklim hedeflerini duyuran Çin, 2020 yılına kadar bir birim milli gelire karşılık gelen karbon yoğunluğunu, 2005’e göre 2020’de %40-45 azaltma hedefi ortaya koyuyordu. Nitekim zirve sonrası 140 ülke ile beraber bu hedefi sekretaryaya resmi olarak verdi.
Çin bu hedefi, tam bir karbon azaltımı konusunda çeşitli çekinceleri barındırsa da, (ülke politikalarının verdiği hedefleri) ciddiye aldı. Nitekim planın 2010 hedefi olan %20 azaltımdaki sapmayı karşılamak için, Ağustos 2010’da alınan bir kararla, Eylül 2010’da en eski ve verimsiz 2000 kadar çimento, çelik, kâğıt ve deri fabrikasını kapattı. Ardından ise, sanayinin hedeflerini tanımlayarak şirketleri de sürece kattı. Çinli haber ajansı Xinhua’nın bildirdiğine göre sanayiye, 2011 yılında karbon ve enerji yoğunluklarını yüzde 4’e ve 2015 yılına kadar yüzde 18’e, üretimde kullanılan su miktarını 2015’e kadar yüzde 30 oranında düşürme ve katı atıklarda geri dönüşüm miktarını da yüzde 72 oranı çıkarma zorunluğu getirildi.
Bir taraftan, toplam sera gazı salımlarında ABD’yi geçen Çin için karbon yoğunluğunu azaltmak önemli bir adım olsa da, diğer yandan, dünyanın en büyük fabrikası konumundaki bu ülkede, ciddi bir üretim içi fosil yakıt kullanımı kaynaklı maliyet düşürme, rekabeti güçlendirme adımı atıldığı anlaşılıyor. Enerji verimliliğine ise, az geriden bakıldığında, resmin arka planının da olduğu görülecektir.
2009 yılında yaşanan ekonomik krizde, pek çok ülke canlandırma paketi içine yeşil paketler koydu. Kriz paketinde içinde %79 oranında yeşil paket barındıran Güney Kore, sadece okullar ve kamuya da enerji verimliliği ve tasarrufuna dair 5.8 milyar dolarlık bir kaynak ayırdı. Benzer şekilde, ABD hükümeti, sendikalar, iş dünyası, yatırımcı kuruluşlar ve çevre örgütlerinin de desteğini alarak bir paket açıkladı. Bu paketin konumuzla ilgili olan yanı ise, sadece okullarda, federal binalarda ve düşük gelirlilerin evlerinde 23.5 milyar dolarlık bir enerji verimliliği içermesi.
Bütün bu farklı örneklerin ortak amaçları var aslında. Öncelikle karbon salımlarını azaltmak, bu çerçevede hedef koymak ve alt hedeflere yaymak yanında, pazarı hızlandırıcı finansman mekanizmalarını da devreye sokmak. Nitekim Çin’in ekonomik canlandırma paketinde bu tür işler ayrılan pay, toplam içinde %34’ü buluyor.
Rekabet başka yönde gelişiyor!
Enerji verimliliğini ister kullanıcı tarafında , ister üretici tarafında azaltın, sonuçta enerji verimliliği, daha az karbonlu, daha az fosil yakıtlı ve dolayısıyla daha düşük maliyetli bir ekonomiye geçiş anlamına geliyor. Ülkelerin ekonomilerini bu yönde rekabetçi yapmaları yanında, şirketlerde ülke politikalarına bağlı ya da bağımsız olarak benzer uygulamaları temel işlerinin içine yerleştirmiş durumdalar.
Sadece geçmişe baktığımızda, Türkiye, her yıl ortalama olarak %4 ekonomik olarak büyürken, elektrik kullanımı her yıl %8 artıyor. Benzer şekilde, sürekli bir büyüme sağlayan Çin’e baktığımızda, son 30 yılda ekonomideki büyüme ortalama %9,8 iken, enerji kullanımı sadece %5,9 artıyor. Sadece Çin’in karbon yoğunluğu azaltım politikalarına baktığımızda, Türkiye ile diğer ülkeler arasındaki uçurumun artacağını, rekabetin ise, daha az karbonlu bir ekonomi yönünde olacağını görebiliriz.
Neden Şimdi?
Aslında enerji verimliliği, ülkelerin bugüne kadar, uygulamadığı bir program değildi. Enerji yoğunluğunda bugün en ileri olan Japonya, 1970’e göre enerji yoğunluğunu (GSYİH başına tüketilen enerji miktarını) %38 azalttı. Japon uzmanlar, özellikle 70’lerdeki petrol krizi ve 90’lardaki iklim krizini buna neden olarak gösteriyorlar. Japonya’nın 1970’deki enerji yoğunluğunu bugün dünyanın ortalama enerji yoğunluğundan bile kat ve kat önde olduğunu düşündüğümüzde, adımın ne kadar ileri olduğunu görüyoruz.
Temelde, son on yıla kadar enerji verimliliğini arttırmak, enerji yoğunluğunu azaltmak, tam bir maliyet ve verim ile oldukça ciddi karşılık buluyordu. Ancak, iklim krizi nedeniyle salım azaltımı süreci zorunluluk haline çevirdi. Bu zorunluluk, doğal olarak karşılığını da buldu. Bir taraftan iklimsel risklerin azaltıldığı, bir taraftan ekonomik faaliyetlerin maliyet azaltımına gidildiği dünyada, şirketle ve ülkeler, gelecekte hem yaşamlarını, hem de ekonomilerini var etmek için adım atıyorlar.