İklim Meclisin Meselesi mi?
Türkiye ekonomisinin karbon merkezli olduğu bilinen bir gerçek. Ekonomi politikalarının uygulamasında enerji tasarrufu ve verimliliğinin, üretim-tüketim-doğa dengesinin yer bulmaması da farklı boyutlarla tartışılan bir konu. Bu politikaların oluşmasının zemini olan yasama organında ve uygulamaların denetlenmesindeki durumun ne olduğu ise bugüne kadar değerlendirilmeyen bir alan idi. Bugüne kadar iklim değişikliği açısından politikaları analiz ederken, TBMM’nin görevlerini bu analizlere koyacak bir envanterden mahrumduk.
Küresel Denge Derneği, Yasama Derneği ile birlikte Tüketici ve İklimi Koruma Derneği olarak TBMM’nin iklim politikalarında rolünü çalışmamız ardından bu alan artık bilinir hale geldi. Bir yıla yakın süren çalışmamız ardından 29 Şubat’ta sonuçları ve raporu millet ve vekillerinin de katılımı ile kamuoyuna sunduk.
Birleşik Krallık düşük karbon politikasını 2008 yılında çıkarmış olduğu İklim Kanunu ile uygulamaya sokarken, Almanya ise bunu tek bir yasa bile çıkarmadan, iklim değişikliğini her mevzuatın içine yerleştirerek gerçekleştirdi. Türkiye’de ise durum her ikisinden de farklı. Ne iklim politikalarını belirleyen tek ve ana bir kanun var, ne de bütün kanunlara işlenmiş bir yapı söz konusu. İklim değişikliği ifadesinin yürürlükteki tüm kanunlar içinde yalnızca 5627 sayılı Enerji Verimliliği Kanunu’nun eğitim ve bilinçlendirme maddesinde yer alması ise Türkiye’nin konuya yaklaşımının somut itirafı gibi. Sera gazlarının azaltılması ifadesi ise yalnızca 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kanunu içinde geçiyor.
Elbette iklim sadece enerjinin meselesi değil. Karbonu tutan ormanlar ve meraların durumu da enerji kadar önemli. Doğanın korunması açısından önemli olan Mera Kanunu, Orman Kanunu, Milli Parklar kanunu içinde yer alan istisna maddeleri bu alanların tahribatının önünü açıyor. Korunması gereken bu alanlar kanunlara konulan istisna maddeleri ile enerji ya da turizm tesisi yatırımlarına açılabiliyor.
İklim değişikliğinin TBMM’nin yasama ile denetleme faaliyetlerinde yeri arasında da bir benzerlik var. 24. Yasama döneminde sorulan 72.230 yazılı soru önergesi içinde düşük karbon ekonomisi ilgilendiren yenilenebilir enerji konusunda 79, enerji verimliliği konusunda ise 60 soru sorulmuş. Çevre alanında toplam 3.559 soru önergesi varken, iklim değişikliği ve küresel ısınma geçen yazılı soru önergesi sayısı ise sadece 20. Aslında 3.559 soru önergesinin başını gıda arzı, kentsel dönüşüm, ormanların korunması ve mevcut enerji santralleri olduğunu düşünürsek durum fena değil. Tek sorun bu alanlar ile iklim değişikliğini bağlantısının kurulamıyor olması. Yoksa çevre konusunda sorulan soruların önemli bir kısmı tam da iklim politikalarının kalbinde olan meseleler.
Türkiye geçmişteki yüksek karbonlu büyümesini hızlandırmak istiyor. Böylesi bir ortamda politikayı tartışırken o politikaların standartlarını ortaya koyan kanunların yönü, o kanunların uygulanması sırasında yapılan denetleme faaliyetleri oldukça belirleyici. Paris’de Aralık ayında ortaya çıkan iklim anlaşması sorunu tedavi etmeye yetmiyor ama bilimsel raporlar tedaviyi ortaya koyuyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli ekonominin bugün karbonsuzlaşmaya başlaması gerektiği ve 2050 sonrası fosil yakıt kullanılmayan bir ekonomiye geçmemiz gerektiğini RCP2.6 senaryosu ile ortaya koyuyor. Raporda da ortaya koyduğumuz gibi, geçmiş yasama, yürütme ve denetleme faaliyetlerinin sonucu olarak Türkiye 1990’dan bugüne iklimi dünya ortalamasından daha fazla değiştiriyor. Gelecekte ise bu makas daha açılıyor.
RCP2.6 Senaryosu, Türkiye’nin geçmiş ve 2015 Niyet Beyanın karşılaştırılması ( 1990=100 )
Bu çalışmada fosil yakıt merkezli politikalar ve sonuçlarını ekonomi boyutunun yanında yaşamsal boyutunu da konuşuyoruz. Bugün her aşırı iklim olayında iklim değişikliği gündemde yerini buluyor. Bu çalışma ile bir nebze de olsa iklim meclisin de meselesi oldu. Ancak, gelinen noktada asıl mesele, iklim değişikliğini durduracak çözümü herkesin meselesi yapmak.