İklim Değişikliği Politikalarına Giriş

Farız Taşdan
26 Nisan 2011

Uçak seyahatlerinizin neden olduğu emisyon miktarını hiç merak ettiniz mi yada marketten fazladan aldığınız bir poşetin karbon ayak izinin ne kadar olduğunu?

Viyana’dan Çek Cumhuriyeti’nin küçük bir şehri olan Zlin’e doğru trenle giderken üzerinden geçtiğimiz Tuna nehrine bakmaya kıyamıyorum. Bu güzelim ve yaşlı dünyamızı yavaş yavaş yok ettiğimizin farkında olup olmadığımızı geçiriyorum aklımdan. Viyana’nın çevresindeki tarımsal arazinin içinde yükselen rüzgar türbinleri ve Çek Cumhuriyeti sınırlarında başlayan güneş panelleri sanki aklımdan geçen soruyu okumuşlar gibi. Evet, iklim değişliğindeki farkındalık en azından Avrupa’da yaşamı değiştirebilecek ölçüde. 2005 yılından beri işleyen Avrupa emisyon ticaret sistemini bir tarafa bırakırsak, yenilebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimine sağlanan teşvikler Avrupa’yı iklim değişikliği politikalarının en etkili lideri yapmış durumda.

Türkiye’de durum biraz yavaş ilerlese de son yıllarda Çevre ve Orman Bakanlığının öncülüğünde pek çok uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşu iklim değişikliği konusunda farkındalığı arttırmak amacı ile yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Bu çalışmalara katılan sivil toplum örgütlerinin genellikle iş çevrelerine yönelik çalışmalarına ağırlık vermelerinin yanında sanayi örgütlerinin de bilgilenme ve üyelerini bilgilendirme konularında yoğun bir şekilde çalıştıklarını gözlemliyorum. Bunun en temel nedeni; bu güne kadar üretim yöntemlerinin neden olduğu ve dışsallık olarak tanımlanan sera gazı emisyon maliyetlerinin içselleştirilmesinin gerekliliğidir. Bu konuyu kısaca açarsak, bazı ekonomik faaliyetler sonucunda kamunun etkilenebileceği durumlar ortaya çıkar. Örneğin; dağ başındaki santraline mal taşımak için yol yapan yatırımcı, o yolu çevredekilerin de hizmetine açmış olur, böylece kamu yararına sunulan bir sonuç meydana gelir, buna ekonomi de pozitif dışsallık diyoruz. Fakat her etki pozitif olmayabilir, tavuk çiftliklerinin sebep olduğu kokuyu ve sera gazı emisyonlarını düşünsenize. Buna da negatif dışsallık diyoruz. İşte bu negatif dışsallığın içselleştirilmesi, sera gazı emisyonlarının neden olduğu negatif etkiyi ortadan kaldıracak maliyetlerin göz önünde bulundurulması, bunun da vergi yada karbon mekanizmaları ile ödenmesi anlamına gelir. Sanayicilerin iklim değişikliğine ilgi gösteriyor olmasının en temel nedeni içselleştirmeleri gereken maliyetlerin olup olmayacağı ve hangi seviyede olacağıdır. Kar güdüsüyle hareket eden iş dünyası tabi ki maliyetlerin yüksek olması durumunda farklı bir iş alanına geçme durumunda kalacaklardır. Böylesi bir eğilimden Türkiye’de bahsetmek için henüz çok erken, ama gidişatın yönünü görmek de çok zor değil.

Peki fosil yakıt temelli bir ekonomiden vazgeçerek büyümeyi hedeflemek mümkün mü? İş dünyası böylesi bir momentumu nasıl yakalayabilir? “Green Growth – Yeşil Büyüme” olarak adlandırılan büyüme modeli ne kadar gerçekçi? Bu konuları da izninizle daha sonraki yazılarıma bırakıyorum.