HES’ler nasıl yapılmalı (Tortum örneği)?

Necdet Pamir
26 Şubat 2012

Enerji, toplumların ekonomik ve sosyal gelişimlerinin vazgeçilmez girdisidir. Artan nüfusun, gelişen sanayinin ve tarımın, çağdaş yaşamın olmazsa olmaz kaynağı, enerjidir. Türkiye de, gelişen her ülke gibi, giderek artan enerji gereksinimini, zamanında ve en uygun koşullarda sağlamak zorundadır. Bu nedenle de başta yerli ve yenilenebilir kaynaklarını mümkün olan en yüksek oranda ve öncelikle devreye alması doğaldır.

Ancak gelişmek, sadece fazla enerji tüketmek demek değildir. Gelişmişlik ve çağdaşlık, sadece para kazanmaya odaklı bir enerji tüketim politikası demek de değildir.

Her vatandaşımızın, suya olduğu gibi, havaya ve beslenmeye olduğu gibi, barınmaya ve eğitime olduğu gibi; enerjiye de en çağdaş koşullarda, kesintisiz, kaliteli, temiz, güvenli, çeşitlendirilmiş kaynaklardan ve ödenebilir koşullarda erişmesi en temel hakkıdır. Ülkeyi yönetenler de bu temel vatandaşlık hakkını, sadece bugün yaşayanları değil, gelecek nesilleri de düşünerek sağlamakla yükümlüdürler.

Daha yalın bir ifade ile enerji sektörü, üç beş yandaş şirketin zenginleşmesinin ve iktidardaki bir avuç insanın bu ranttan pay sağlamasının değil, vatandaşlarının bu yaşamsal gereksinimini, onlar için en uygun koşullarda sağlamanın alanı olmalıdır.

Son yıllarda, akarsularımızdan elektrik üretimi gerekçesiyle, ülkemizde hemen her bölgede, bir insanlık dramı yaşanmaktadır. AKP iktidarı döneminde ülkemizin birçok yöresinde; İkizdere’de, Tortum’da, Munzur’da, Hasankeyif’te ve hemen her yurt köşesinde, sorumsuzca ve adeta inatla, birçok yönden sakıncalı hidroelektrik santral inşaatları sürdürülmektedir. Ancak hemen vurgulamakta yarar var: Sakıncalı olan HES’ler değil, çevreye, yöre insanına duyarsız olarak inşa edilen santraller ve regülatörlerdir.

Hidroelektrik santrallerine, termik santrallere, nükleer santrallere karşı, yöre insanları bugüne dek duyulmamış bir ölçüde isyan ediyorsa, yüreğinde taş değil de yürek taşıdığını düşünen her insanın, durup bir değil, birkaç kez düşünmesi gerekmektedir: “Neden bunca farklı yöreden aynı isyan çığlığı yükseliyor?” diye… “İnsanlar, neden canları pahasına, bu “yatırımlara” direniyorlar?” diye…

Ülkemizde, değerlendirilmeyi bekleyen çok önemli bir hidroelektrik potansiyeli vardır. Henüz devreye alınmamış bu hidroelektrik potansiyelimiz, yaklaşık 100 milyar kilowatt-saattir. Temiz ve yenilenebilir bu kaynağımızın devreye alınması, enerji tüketimimizde halen % 72 olan ve hızla artan dışa bağımlılığımızı azaltabilecek çok önemli bir kaynaktır. Ancak bu kaynağın geliştirilmesinin bilimsel, çağdaş ve daha insanca yolları vardır. İşte bunların tümü, sadece ve sadece yandaş şirketlerin para kazanma hırsı uğruna göz ardı edildiğinden, yöre insanları feryatlarını yükseltmekte; yaşlı, genç, çoluk, çocuk demeden, hep birlikte; derelerini, topraklarını ve geleceklerini korumaya çalışmaktadırlar.

Hidroelektrik santralleri inşa edilebilir, edilmelidir. Ancak, bilimin ışığında, insana yaraşan ve ona hizmet edecek,doğru yöntemlerle yapılmalıdır bu inşaatlar… Zira enerji, insanın refahı için kullanılacaksa bir anlam taşır.

Bu doğru yöntemin ilk adımı, işlevsizleştirilen Devlet Su İşleri’nin partizanlıktan arındırılması ve gerçekten özerk olarak yapılandırılmasıdır. Bu yapıldıktan sonra, DSİ tarafından, ülke çapında bir HAVZA PLANLAMASI yapılmalıdır. Her aklına esenin, istediği derenin üzerine 10 tane, 20 tane regülatör dizmesine izin verilmemelidir. Yaşamın kaynağı olan su, kaynağından çıktıktan sonra, deyim yerinde ise gökyüzünü, kuşları, börtü böceği, insanı görmeden, cebri boruların içine hapsedilip, beş on tane tüccarın cebine akmamalıdır. Yörede tarım için, balıkçılık için, insanların kullanımı için gerekli olan su, sadece kar için kullanılmamalıdır.

Havza planlaması ile bir su havzasında hangi toplam kurulu güçte ve nerelere santral yapılabileceği belirlendikten sonra, ikinci en önemli adım, Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) çalışmalarının yapılmasıdır. Bugün olduğu gibi, göstermelik ÇED raporları hazırlayarak, mahkeme kararlarını arkadan dolanarak, derelerin katledilmesinin mutlaka önüne geçilmelidir. Bu bizim sadece bugün yaşayanlara değil, gelecektekine de borcumuzdur.

Bir diğer önemli adım, can suyu hesabının bilimsel olarak yapılmasıdır. Bugün bu hesap ya hiç yapılmamakta, ya da yasak savar gibi ve her akarsu için standart olarak göstermelik ve eksik “hesaplanmakta”dır. Daha da önemlisi, bu yanlış hesapla belirlenen can suyu bile bırakılmamakta, yöre insanı kuraklığa ve son tahlilde nesillerden beri yaşadığı yurdundan göçe zorlanmaktadır. Bu “ticari” uygulamalarda insani bir yan yoktur. Can suyu bırakılmadığı zaman ise, bunun bir yaptırımı ya yoktur, ya da caydırıcı değildir.

İşte Tortum’da saydığımız doğruların hiçbiri yapılmadığından, halk isyandadır. Asırlardır köylerinin can damarı olan suyunu, üç kuruş kar etmek uğruna hoyratça gasp etmek isteyenler yüzünden, sonsuza dek yitirmek istememektedir. İsyanı bundandır. Bu isyan insancadır ve yaşama dairdir. Ancak gözü kararmış iktidar, halkla jandarmayı karşı karşıya getirmekte, gencecik Leyla Yalçınkaya’lara “13 kişi dışında kimseyle konuşmama” gibi akıl ve sabır sınırlarını zorlayan bir ceza verdirmeyi bile gündeme getirebilmektedir. Para hırsı bu seviyeye ulaşabilmiştir.

Tortum’da, Büyükbahçe ve Bağbaşı’nda inşa edilmek istenen hidroelektrik santrallerin toplam kurulu güçleri yaklaşık 26 megawattır (Bağbaşı 14 megawatt, Büyükbahçe 12 megawatt). Bu santrallerden elde edilebilecek elektrik miktarı ise, Türkiye elektrik üretiminin on binde biri kadardır! (yaklaşık 30 milyon kilowatt-saat)

Türkiye’nin hidroelektrik potansiyeli geliştirilecekse, az önce sıraladığımız temel strateji dahilinde adımlar atılmalıdır. Ayrıca öncelik, 50 megawatt’ın üzerindeki santrallere verilmelidir. 50 megawattın üzerinde kurulu güç potansiyeli olan 70 santral, 1 – 50 MW arasında gücü olan 500 santralden 1,5 kat daha fazla elektrik üretebilecektir. Dolayısıyla, ne Tortum’daki ne İkizdere’deki ne de Munzur’daki dere tipi santraller, Türkiye’nin enerji gereksinimi için yaşamsal konumda değillerdir. Bu nedenle de yöre insanına yapılan bu zulüm anlaşılır değildir, haksızdır, insanlık dışıdır ve asla kabul edilmeyecektir.

Çözüm vardır…

Ülkemizin zengin yerli ve yenilenebilir kaynakları geliştirilmeyi beklemektedir. Bu kaynakların doğru stratejilerle, temiz teknolojilerle ve yerli imalat sanayini geliştirip, teşvik ederek devreye alınması halinde, hem bu talan bitecek hem de ülkemiz enerjideki dışa bağımlılık zincirinden kurtulacaktır.

Henüz devreye alınmamış yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarımızı sıralarsak, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır;

     – Hidrolektrik: 100 milyar kilowatt-saat (kws)

     – Rüzgar: 120 milyar kws

     – Güneş: 380 milyar kws

     – Jeotermal: 16 milyar kws

     – Biyoyakıt (çöp-atık dahil): 35 milyar kws

     – Yerli linyit: 100 milyar kilowatt-saat

Bu kaynaklara ek olarak, sadece binalarda ve sanayi kuruluşlarımızda, enerji verimliliğinde gerçekleştirebileceğimiz iyileştirmelerle, elde edebileceğimiz ek elektrik üretim potansiyeli  54 milyar kws’tir. Yani 54 milyar kws daha az tüketip, aynı gayri safi milli hasılayı sağlayabiliriz.

Mevcut santrallerimizin rehabilitasyonuyla, 19 milyar kws ek elektrik üretebiliriz.

Henüz devreye alınmamış yerli ve yenilenebilir kaynaklarımız, enerji verimliliğindeki iyileştirmeler ve rehabilitasyonla elde edebileceğimiz ek elektrik üretimimiz, 824 milyar kilowatt-saattir ve geçen yılki tüketimimizin yaklaşık 4 katına eşittir! Bu kaynaklarımız bekletilirken; Tortum’un, İkizdere’nin, Munzur’un, Hasankeyf’in yok edilmesini izlememiz beklenmesin!

Bir başka garabet de üretilen elektriğin, gerek teknik nedenlerle ve gerekse hırsızlık nedeniyle % 19’unun yitirilmesidir. Kayıp ve kaçakta % 2’lik bir iyileştirme, yaklaşık 4,5 milyar kws ek elektrik demektir. Bu bile, Büyükbahçe ve Bağbaşı Hidroelektrik Santrallerinin üreteceği toplam elektriğin tam 150 katıdır!

Eski Enerji Bakanı Hilmi Güler, “kaçak elektrik kullananlar arasında sanatçılar, büyük sanayiciler, büyük otel sahiplerinin olduğunu” açıkladı (1) ve bunun kaçak değil, hırsızlık ve organize suç olduğunu” öne sürdü.

Siz bugüne kadar “elektrik kaçakçılığından, örgütlü suçtan” içeri girmiş kaç tane büyük sanayici ya da büyük otel sahibi gördünüz? Ama hapishaneler, AKP’ye karşı olan nice namuslu insanla dolduruldu. Suyunu talan eden HES’lere karşı yaşam hakkını ve geleceklerini savunanlar ya hapiste, ya konuşmama cezasında ya da Metin Lokumcu gibi yaşamlarını yitirdiler.

 Sevgili Tortum’lular,

Bu talana, bu haksızlığa onurluca direndiniz, direniyorsunuz. Biz de sizin bu haklı mücadelenizi, gücümüz ve soluğumuz yettiğince, sonuna dek savunacağız.

[1] 12 Mayıs 2004 tarihli Star Gazetesi (Elektrik Hırsızları başlıklı haber)

Kaynak:  http://www.enerjienergy.com/artikel.php?artikel_id=324