Güneş enerjisi! Ama “nereye”?..

Mustafa Işık
8 Ekim 2012

İcraatın adı veya gösterilen rengi ne olursa olsun, “nasıl” yapıldığı asıl evsafı belirleyendir; sonuç ise -olsa da, olmasa da- bunun sadece bu dünyadaki bir yansımasıdır. Yani işin ayinesi “nasıl”dadır ada ve renge bakılmaz.

Yenilenebilir enerji uygulamalarında kaynak ve teknoloji çeşitliliğine göre yol ve yöntem belirlemek sonucun amaca uygunluğu açısından olmazsa olmazdır. Tüm kaynak ve teknolojileri bir sepete koyarak, işlemsel ve işlevsel olarak “farksız” değerlendirmeye ve tartmaya kalkarsanız sonuçta istenen sonucun hasıl olması zordur. Zaten tüm bu çeşitlilik ve uygulama yöntemlerindeki değişimlerin göreceli sonuçları değil midir yenilenebilir enerjinin en verimli ve uygun şekilde kullanımı sağlayacak olan. Enerji kazanımındaki yöntemsel farklılığın çizgilerindeki farkındalığın, mutlaka yenilenebilir enerjinin içinde de olması gerekir. Bu, yenilenebilir enerjinin kullanımıyla güvence altına alınmaya çalışılan sürdürülebilir enerji arzı ve sıfır karbon salımlı kalkınma modelleri açısından son derece önemli ve hayatidir…

Ülkemizde güneşten elektrik üreten sistemlerle ilgili bir sektör olmamasına karşın, güneş enerjisinin sıcaklığı tüm yatırımcıların ilgisini çekmeye devam ediyor. Gerçi bu çekici sıcaklığın güneşten mi, enerjiden mi, yoksa sunni gündemlerle oluşturulan ve şişirilen “bakkal karşısına bakkal” fikriyatından mı kaynaklandığı bilinmez; ama oluşan bu sonuçta yaklaşık 5 yıl önce yaşanan, ilk deneyin diyebileceğimiz rüzgar enerjisindeki “lisans” işlemlerinde oluşan “sektör”ün rolünün büyük olduğunu görmek gerek.

Özellikle ölçüm yönetmeliğindeki “en az altı aylık ölçüm sunma” zorunluluğu Haziran 2013’de alınması planlanan güneş enerjisi lisans başvurularına niyetlenenlerin iki ayağını bir  pabuca sokmuş durumda. Bir taraftan kurulacak yerlerin evsafları konusundaki yetki, onay ve izinlerin tashihi, diğer yandan ölçüm sisteminin tedariğindeki zorluklar ve maliyetler işin sonradan sorunlarındaki erken haberciler gibi. Ölçüm ile amaçlanan “doğru yer” ve “uygun proje” anlayışının kısa sürelerde alınacak bilgiler ile nasıl olacağı veya olursa ne kadar sağlıklı olacağı, ölçümlerin yapılma şeklindeki yöntem alternatifleri, süreçlerin daha kolay kontrol ve takibi gibi konuları da bir çoğumuz sorgulamaktadır sanırım.

Bu karmaşa ve telaş içinde “güneş enerjisinin orman arazilerine kurulamayacağı”na dair kesin ve açık tavır, yerinde ve zamanında geldi. Daha önce gerek kamulaştırmalar gerekse de enerji amaçlı tahsisli arazilerin kullanımındaki açıkların ne kadar önemli bedellere malolduğu düşünülürse, bu tavrın önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Enerji amaçlı kullanımında arazilerin “belirsizlik” durumunu neyin doğurduğu ise bir muamma. Nitelik tam olarak belli, fakat bu niteliğin güncel durumu ve/-ya amaca meyleden kullanımlarının arzulanmasında ortaya çıkan -çıkarılan- belirsizlikler var. Bu durum aslında muhtemel rantınların da bir kaynağını teşekkül ettiriyor sanki.

Daha önce medyaya yansıyan çoklu ölçüm sistemi kurulumlarında oluşacak olan atıllık ve israfın maddi boyutunu sorgularken, emek ve zaman boyutlarını da gözden kaçırmamak gerek.

Bu belirsizliklere bağlı olarak ortaya çıkan riskler diğer bilinmeyenlerle birleştiğinde ortaya çıkan resim “kuralım, ya tutarsa” mantığı ile sanki “göle yoğurt çalan hoca manzarası”. Hesap basit, mantık düz, risk hesaplanabilir, o halde geriye sadece ölçümü kurup, yoğurdu çalmak kalıyor tabi göl yerine araziye. Doğrusu arazinin yoğurdu ile de ilgilenmek bir tarafa; varsa bir süt veren, nasıl olsa yoğurt yaparız deyip geçiliyor gibi…

Öte yandan “zaten atıl” olan arazilerin “hiç olmazsa” enerji için kullanımını sağlayalım bakışı ile ortaya çıkacak güneş enerjisi projelerinin yenilenebilir enerji amacının ötesinde iktisadi rantların yerine şahsi rantlara hizmet etme ihtimali çok yüksek..

Atıl arazi yoktur, insan tarafından doğrudan kullanılmayan,  çapsız çağdaş ölçüt ve şahsi değersizlik terazisinde kıymetsiz olan arazilere takılan “işe yaramaz” yaftası vardır. Büyük çerçevede sadece ekosistem zincirindeki büyük döngünde bu yaftalanan arazilerin işlevlerini anlatmaya kalkışsak satırları ve sayfalara aldıramayız sanırım. Fakat yenilenebilir bir projenin “amacına uygun” olarak gerçekleşmesindeki tek ölçütün, bu işlev tekerine sokulan çomakların tekeri ne kadar durdurduğu olduğu belirtmek önemli. Daha geniş bir bakış ile ya dönen -doğal paralel- düzenle döneriz ya da varlık arayışlarımız ile döndürmeye çalıştığımız -doğala dik ve ters- düzenlerin içinde, doğa ile göbek bağımızı keserek yokluğa mahkum ve mahpus oluruz.

Sonuçta doğanın kendi içindeki kazanç ve kayıp ölçütü insanlığın enerji hırsından çok daha farklı terazilerde tartılıyor. Arazinin “değeri” ve “anlamı”  konusunda Ortadoğu’da su yokluğunda çorak çöl gibi bir arazinin nasıl bir süt ve bal ülkesine dönüştürüldüğünü görmek önemli bir örnek olarak yeterli olacaktır.

Arazilerin terbiyesi, kullanımı ve durumları da tıpkı şehirler gibi orada yaşayanların , bilgi ve becerisinin bir aynasıdır.

Ülkemizin, her fırsatta dile getirmeye çalıştığımız kaynak israfı ve katma değerli üretim konularındaki hassasiyeti ve dikkati her nedense “atıl” arazilere gelince sanki üvey evlat muamelesine dönüşüveriyor. Güneşin arazilere düşeninden faydalanmak yerine, öncelik mutlaka mevcut kapalı alanların bu amaçla kullanımına ve değerlendirilmesine yönlendirilmelidir. Bu uygulama yenilenebilir enerjinin dağıtık mimaride yerinde üretim-tüketim avantajıyla enerjinin geldiği “en yüksek verimle tüketim -ve- yerinde üretim” anlayışının icraata geçmesini sağlayacaktır.

Açık arazilerin vasfı ne olursa olsun güneş enerjisi amaçlı olarak kullanımı; onca “gerçek atıllık” durumunda olan kapalı alanların çatı ve yüzeyleri varken, kaynaklar açısından tam olarak bir “verimsizlik” ve “hesapsızlık” örneğidir. Araziye kurulacak sistemlerin getirisini tek boyutlu bakış ve sadece enerji kitlenmişliği ile görmeye çalışmak, gelecek iddiasında olan bizlerin vizyon yarışında gerçek bir hezimeti olabilir.