Durban Görüşmeleri Sonrasında İklim Müzakerelerinin Durumu

Farız Taşdan
15 Aralık 2011

194 ülkenin katılımı ile Güney Afrika’nın sahil kenti Durban’da gerçekleştirilen 17. Taraflar Konferansında (COP17) müzakereciler Kyoto Protokolü’nün (KP) 1. döneminin (2008-2012) biteceği 2012 yılı sonunda yürürlüğe girecek daha kapsamlı bir anlaşamaya varılma şansını cılız bir umutla bekliyorlardı. Kopenhag ve Cancun’da emisyon azaltım yükümlülüğünü koşullu olarak belirlemiş olan gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin yetersiz çabaları ve hedefleri karşısında 2011 yılı içerisinde KP’nin 2. Döneminde yer almayacaklarını belirtmiş, bu da Durban’a olan inancı iyice zayıflatmıştı. Böyle bir atmosfer altında tarafların pozisyonları  arasındaki uçurumlar, 28 Kasım 2011 tarihinde başlayan müzakerelerin, son gün olan 9 Aralık Cuma gününe kadar, herhangi bir ilerleme gösterememesine neden oldu.

KP ile belirlenen ilk yükümlülük döneminden sonra yükümlülüklerin nasıl devam edeceği konusu en baştan beri müzakere edilen konulardan biri olmuştur. Bu konuyu görüşmek üzere Bali’de 2007’de yapılan  13. Taraflar Toplantısında (COP13) bir yol haritası (Bali Road Map) hazırlanarak 2012 sonrası uygulamanın taslağı çizilmiştir. Bali Yol Haritasında öne çıkan ve üzerinde taraflarca anlaşılmaya varılması gereken konular, 2008 COP14, 2009 COP15, 2010 COP16 ve sonunda 2011 COP17 Durban görüşmelerine kadar birikerek ve uzlaşma aralığı açılarak gelmiştir.

Müzakere süreçlerinde üzerinde durulması gereken önemli noktayı not etmekte yarar var; atmosferdeki karbondioksit yoğunluğunun sürekli artarak güvenli eşik olarak kabul edilen 350 ppm’nin üstüne çıkmış olması, bir an önce anlaşmaya varılmasını ve karbon azaltım yükümlülüklerinin yerine getirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Taraflar, yukarıda anlatılan geçmişin bilinci ve ağır sorumluluğu altında Bali, Kopenhag ve Cancun’da verilen ev ödevlerini yapmak, yani 2012 sonrası anlaşmanın çerçevesini çizmek üzere Durban’da 17. kez bir araya geldiler. Ancak, iklim değişikliği görüşmelerinin başından beri en önemli sorun olan “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ilkesi ve yükümlülüğün  düzeyi konularındaki anlaşmazlıklar  COP 17’de de en büyük anlaşmazlık konusu olmaya devam etti.

Durban’da yeni adımlar:

Pek çok müzakereciye hakim olan karamsarlık havasına rağmen, COP17’de alınan kararlar ile iklim değişikliği görüşmeleri bir adım daha ileri taşınarak, bütün ülkeleri kapsayacak yeni bir anlaşmanın temeli atılmış oldu. Durban’da 9 Aralık 2011 Cuma günü sonuçlandırılması gereken görüşmeler, tarafların bir uzlaşmaya varamamasından dolayı Pazar sabahına kadar sarktı. COP17 sonunda ortaya çıkan ise yeni bir çalışma grubu olan Kapsayıcı Eylem için Durban Platformu’nun (Durban Platform for Enhanced Action) (AWG-EA) kurulması oldu. AWG-EA, BMİDÇS’de tanımlanan Ek-1 ve Ek-1 dışı tanımlarının ötesine geçerek, 2015 yılı itibari ile tüm ülkeleri kapsayacak şekilde yeni bir emisyon azaltım yükümlülüğü hedefi belirlemeyi amaçlıyor. Yani, BMİDÇS’de tanımlanan Ek-1 ülkeleri ve bunun üzerinden yürüyen emisyon azaltım yükümlülüklerine yönelik görüşmeler revize edilerek, yeni süreçte Çin, Hindistan, Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerin de bağlayıcı emisyon azaltım hedefleri belirlemeleri kararlaştırıldı. AWG-EA, 2012 yılında çalışmalarına başlayarak 2020’de yürürlüğe girecek bağlayıcı bir anlaşma için en geç 2015’e kadar anlaşmaya varılmasını hedeflemektedir. Bir diğer önemli gelişme ise Ek-1 ülkelerinin 2014 yılından itibaren iki yılda bir emisyon envanterlerini raporlamaları ile ilgili olan prosedürün yayınlanmasıydı. Bu, Ek-1 ülkesi olan Türkiye açısından önemli bir noktadır.

Kyoto Protokolü’nün durumu:

Avrupa Birliğinin ısrarı ve çabaları ile Kyoto Protokolü’nün 2012 sonrasında 2017 yada 2020’ye kadar bütün mekanizmaları ile devam etmesi kararı alındı. Hangi tarihe kadar devam edeceği gelecek yıl Katar’da yapılacak 18. taraflar konferansında (COP18) kararlaştırılacak. Böylece hem CDM hem JI, yani proje bazlı mekanizmalar da 2012 sonrasında devam edecek. Fakat Kyoto Protokolü altındaki yükümlülüklerin çok kısıtlı bir talep üreteceği düşünülüyor.

Kopenhag ve Cancun’da ülkeler, koşullu olarak belirtmiş olduğu azaltım hedeflerini yerine getirecekler mi? Japonya, Avustralya, Rusya hali hazırda Kyoto Protokolü altında 2012 sonrasında herhangi bir yükümlülük almayacaklarını belirtmişlerdi. ABD Kyoto Protokonün tarafı değil. Avrupa Birliği koşullu azaltım hedefini yükseltecek mi yoksa o da diğerleri gibi geçiştirici bir hedef mi alacak? Bu konuların 2012 yılı içerisinde açıklığa kavuşturulması bekleniyor.

Devam etmesine karar verilen Kyoto Protokolünün 2. Dönemi için ülkeler Mayıs 2012’ye kadar yeni azaltım hedefleri belirleyecekler. Ülkelerin taahhütlerinin çok umut verici olması beklenmiyor.

Durban sonrasında Türkiye için yeni olan ne var?

Bilindiği gibi Türkiye BMİDÇS altında Ek-1 ülkesi, fakat tarafların 2004 yılındaki 26/CP.7 kararı ile Cancun’daki 1/CP.16 kararları Türkiye’nin özel durumu, yani diğer Ek-1 ülkelerinden farklı olma durumu, tanınmış ama Türkiye’nin gelişmekte olan ülkeler gibi Kyoto Protokolü mekanizmalarından yararlanması konusunda ilerleme sağlanamamış; COP17 müzakere metninde Türkiye’nin durumunun görüşülmesine devam edilmesi notu düşülmüştür. Kyoto Protokolünün 2. Döneminde de Türkiye için protokol mekanizmalarından yararlanma ihtimali yoktur, bu nedenle de Türkiye’den geliştirilen karbon azaltım projelerinin gönüllü piyasalarda değerlendirilmesine, Türkiye’nin de yer alacağı yeni bir piyasa bazlı mekanizma oluşturulana dek, devam edilecektir.

Uluslararası iklim değişikliği müzakerelerinin ve Türkiye’nin bu müzakerelerdeki pozisyonundan başka Dünya Bankası tarafından geliştirilen Piyasaya Hazırlık için Ortaklık projesinin (Partnership for Market Readiness) de katılımcısıdır. Türkiye, bu proje tarafından oluşturulan fonlardan destek alarak, 2014 yılı ilk yıl olmak üzere belli bir büyüklüğün üzerindeki sanayi kuruluşlarının emisyon miktarlarını doğrulanmış raporlar ile izleyerek Kopenhag ve Cancun’da dile getirilip, Durban’da çerçevesi daha net çizilen İzleme Raporlama ve Doğrulama yükümlülüğünü de yerine getirmiş olacaktır. Dünya Bankasının projesi bir ulusal emisyon ticaret sistemini hedeflemekle birlikte, Türkiye’nin emisyon ticareti için bir piyasa kurup kurmayacağı henüz netlik kazanmış değildir. Ancak bu projeden yararlanan başka ülkeler, örneğin Çin, 2015 yılı itibari ile ulusal emisyon ticaret sistemi için düğmeye basmış durumdadır.  Türkiye için bu tarz uygulamalar örnek olabilir.

Gelişmeler neyi gösteriyor?

Durban’da iklim değişikliği müzakerelerindeki gelişmelerden pek umut beklenmemesine rağmen görüşmeler, 2015 hedefini ortaya koyarak taraf olan tüm ülkelerden 2020 yılından itibaren geçerli olacak karbon azaltım hedeflerini belirlemelerini talep ettiği bir anlaşma ile sonuçlandı. Karbon azaltım hedefleri ortak ama farklılaşmış sorumluluklar ilkesine dayansa da BMİDÇS, taraf olan tüm ülkeleri karbon azaltım hedefi belirlemeye ve bunu yerine getirmeye zorlayacaktır. Bu nedenle özellikle sera gazına neden olan faaliyetlerde yer alacak aktörler yatırım kararlarında, en geç 2020 yılında işletme giderlerine ilave olarak “karbon üretim maliyeti” geleceğini göz önünde bulundurmalıdırlar.

Bu gelişmeler ışığında; kısa dönemde Türkiye’de geliştirilen karbon azaltımı projeleri için gönüllü karbon piyasası halen tek seçenek olarak kalmaya devam ederken uzun dönemde, yani 2020 sonrasında, proje veya sektörel bazlı zorunlu piyasaya geçilmesi kaçınılmaz olacaktır.

Emisyona neden olan sanayi kuruluşlarının emisyonlarının izlenmesi, raporlanması ve doğrulanması ile ilgili taslak yönetmeliğin hazırlanarak görüşe açılmış olması, şimdiden bu yönetmelik ve uygulamalarının 2012 yılında iklim değişikliği gündemini, müzakerelerden ve gönüllü karbon piyasasından daha fazla meşgul edeceğini göstermektedir.