Doha’da kim kaybetti?

Önder Algedik
17 Aralık 2012

Doha-Katar’da COP18- 18. Taraflar Konferansı sonuçlandı. Hala alınan kararlar BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi-BMİDÇS Sekreteryası sayfasında taslak olarak görünse de, sonuç başarısızlık olarak kamuoyunda duyuruldu.

COP18, motivasyonun düşük olduğu, 17 bin kişinin kayıt yaptırmasına rağmen 9 bin kişinin katıldığı, küresel bir adım atıldığına dair bir kanıt bulmanın zor olduğu bir zirve olarak geçti. Tartışmaları ve sonuçları tanımlamak bilinmeyen fili tanımlamak gibi. Ancak, günün sonunda, çıkan sonucu anlamak zorundayız.

Zirveden beklenen ne idi?

Bu sorunun çok fazla cevabı var. “Kime göre zirveden beklenen ne?” diye sorabiliriz. Mesela, bilimsel verilere göre, 2015’den önce sera gazı salımlarını küresel bir azaltıma başlamamız, 2020 itibariyle gelişmiş ülkelerin 1990 yılına göre salımlarını %25-40 azaltması ve bu süreçte gelişmekte olan ülkelerin ise yumuşak bir geçiş ie önce salım artışlarını yavaşlatması ve ardından en çok salım yapanlardan başlamak üzere azaltması gerekiyor. Toplamda bu azaltımlar ile sıcaklık artışını 2 derece değil, 1,5 C’de tutulması gerekiyor.

COP katılımcılarına göre ise, Kyoto Protokü ikinci yükümlülük döneminde (KP2) açık kalan noktaları tamamlarken, diğer yandan 2015’e kadar küresel bir anlaşmayı sonlandırarak, 2020’de anlaşmanın yürütülmesini sağlamak vardı. Tabi ki sıcaklık artışını 2 C’de tutma “niyeti” vardı. Niyet diyorum, çünkü bunun karşılığı olan toplam salım azaltımı ve ülke başına salım azaltım hedefi ile bunları sağlamak için gerekli olan finansman, teknoloji, altyapı vs. gibi konular daha sonlanmamıştı.

Zirveden ne çıktı?

Öncelikle KP2’nin 2020’ye kadar sürmesine karar verildi. KP2’de bu sefer Avrupa Birliği ülkeleri ile Avustralya, Norveç, Ukrayna ve İsviçre yer alıyor. Böylece salımların sadece yüzde 15’ine sahip ülkeler taahütte bulunurken geri kalanlar ise hiçbir sorumluluk almadan yollarına devam ediyor. Kaldı ki, KP2 içinde AB’nin hedefi yüzde 20 azaltım ve bu hedefe 2020’den 8 yıl önce, bugün ulaşmış durumda. Bu durumda, 2008 yılında AB’nin 2020 hedefi ne ise, bugün değişmediğini söyleyebiliriz. AB’nin, küresel bir anlaşma durumunda, sorumlulukların daha fazla paylaşılması ile hedefini yüzde 30’a kadar çıkartacağı biliniyor. Sorumluluk alma konusunda bir adım atılmadığı için AB hedefini yükseltmeyi tercih etmedi. Diğer yandan, müzakerede 2014 içinde hedeflerin güçlendirilmesi için bir kapı açık bırakılmış durumda.

Küresel anlaşma için belirleyici olan uzun dönemli işbirliği tartışmaları ve Durban Platormu kararları ile, 2015 ve 2020’ye gidiş planlarına dair bir dizi “yapılacak, görüşülecek” kararları çıktı. Mesela 2013’de hedefleri yükseltmek için bir dizi toplantı yapılacak, 1 Mart 2013’e kadar ülkelerin sekreteryaya bilgi, görüş ve eylem önerileri ile adımları güçlendirecek insiyatifleri ve opsiyonları sunacak, müzakere metni konuları 2014 sonuna kadar hazır edilecek ve taslak metin 2015 Mayıs’ında hazır edilecek! Tabiki 2015’de kararın çıkması için de BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon ise dünya liderlerini 2014’de ikna etmeye çıkacak!

Bu iki temel ana konu dışında, bir dizi alt başlık görüşüldü, bir kısmında kararlar çıktı. Örneğin Yeşil İklim Fonu merkezi için önerilen G.Kore kabul edildi. Fon merkezinin 2013’de çalışılmaya başlaması, İklim Teknoloji Merkezi’nin kurulması ile ilgili detaylara karar verildi. Finansman konusunda eski sözler tekrarlanarak somut bir adım atılmaz iken, son günde ülkelerin zorlaması ile iklim felaketleri kaynaklı kayıp ve zararlar için müzakere yol haritası çıkartılmasına karar verildi.

Çıktılar ve çözüm arasındaki fark!

COP18 çıktıları, bugün için sıcaklık artışını 2 C’nin altında tutulmasını hedeflese de, 2020’de bu konuda küresel sözleşmeyi sürece katmayı hedefliyor. 2 C hedefi ise IPCC-Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 4. Değerlendirme Raporu kaynaklı. 2007’de yayınlanan bu rapor bugün için gerçeklerin çok gerisinde. 4. Değerlendirme Raporu, atmosferde karbondiksit yoğunluğunun 450 ppm’e (milyonda parçaçık olarak ) çıkması ile iklimin devrilme noktasına geleceği, artık geri dönüşü olmayan bir noktaya varacağımızı tespit etmiş, bunun da sıcaklık artışı karşılığı olarak 2 Co vermişti. Raporda, 450 ppm değeri içinse yüzde 50 riskli değerlendirmesinde bulunmuştu. Yani iklim için devrilme noktası bu değerden daha da düşük olabilir. İklimin devrilmesi ile oluşacak olaylardan bir tanesi ise kuzey kutbu yaz buzullarının erimesi idi. IPCC raporunda kuzey kutbu yaz buzulları için erime tahmini olarak 2070’den sonrasını vermişti. Ancak, kutup yaz buzulları geçtiğimiz yaz ayları sonunda en küçük alanına ulaştı ve 2015 yada 2016 sonbaharı başında yaz buzulunun tamamen erimesi bekleniyor.

Açık söylemek gerekirse, bilimsel tahminler gerçekleşmelere göre oldukça iyimser ve müzakereler ise bilimsel tahminlerden de iyimser. Kısaca atılması gereken adım bugünkü gündemin çok daha ötesinde.

Çözüm zor mu?

Asıl mesele çözümün ne kadar mümkün olduğu. Tabiki ardından çözümü nasıl sağlayacağımız ise cevaplanması gereken konu.

Öncelikle salımları azaltma konusuna bakalım. COP18’de bırakın ABD’yi, Türkiye’den bile az gelişen ülkelerden biri olan Dominik Cumhuriyeti salımlarını 2010 yılına göre 2030 yılında yüzde 30 azaltacağı taahhütünü sekreteryaya iletti. Kopenhag Uzlaşması çerçevesinde 140 ülke kendi azaltım ya da artıştan azaltım taahütünü veren ülkelere bu zirvede de katılım oldu. Grenada ise, 2030 itibariyle karbon nötür olacağını zirvedeki konuşmasında duyurdu. Dolayısıyla, AB’nin 2020 azaltım hedefine şimdiden ulaştığı, bir dizi ülkenin böylesi hedefleri hayata geçirdiğinde zor olanın azaltım olmadığı ortada.

İkinci konu ise maliyet ve bu maliyetin finansmanı. Sandy kasırgası, ABD’ye 60 milyar dolarlık bir zarar verdi. Bu zarar yıllık 100 milyar dolarlık Yeşil İklim Fonu hedefinin yarısından fazla. Eğer, ABD iklim için bu parayı harcamış olsaydı, bu düzeyde bir zarar yaşamayacağı ortada. Ya da Türkiye’nin duble yollar için harcadığı 47 milyar TL, yaklaşık 26 Milyar dolar bile bugün Türkiye’nin salımlarını ciddi azaltacak bir kaynak. Sorun, aslında ne maliyet, ne de maliyetin finansmanı, sadece politik öncelik.

Diğer yandan, oluşan zararlarda artık süreci tıkamış durumda. COP18’de konuşan Filipinli müzakereci Sano, son yaşanan Bopha tayfununun bu sene yaşanan 16. tayfun olduğunu söylüyor ve her yıkıcı tayfun sezonunun zararının GSMH karşılığının %2 olduğunu, yıkımın yeniden yapılması ile artık GSMH’nın %5 mertebesinde bir maliyet ile karşılaştıklarını söylüyor. Ancak, ne Sandy kasırgası, ne Bopha tayfunu ne de Türkiye’de artık her gün yaşanan sel felaketleri süreci hızlandırmıyor.

Gelinen nokta şu ki, iklim değişikliğine karşı bütün ülkeler ortak hareket etmek zorunda ve ne kadar ülke çözüme ortak olursa o kadar ilerleyebiliyoruz. Ülkelerin çözüme ortak olması ise, bizlerin de çözüme ortak olması ile mümkün.

Sırada ne var?

Ülkeler 2013 Mart ayına kadar bilgi, görüş ve eylem önerileri ile adımları güçlendirecek insiyatifleri ve opsiyonları sekreteryaya iletecek. Bu konuda detaylı görüş ve yaklaşımların iletilmesi önemli. Türkiye’nin bu konuda birşey iletmeyeceğini söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye ne yazık ki şimdiye kadar pek çok çağrıya cevap vermedi.

Ayrıca, ülkeler sıcaklık hedeflerini gerçekleştirecek eylemler için 2015’e kadar çalışacak. Bu, ülkelerin hedefleri ile oluşacak iklim değişikliğinin 2 Co sıcaklık artışının ne kadar altında kalabileceği ile ilgili. Altında kalmadığı noktada ülkelerden daha fazla hedef ve eylem istenecek. Buna da Türkiye’nin katılması olası görülmüyor. Çünkü şu an Türkiye’nin iklim hedeflerinden çok, fosil yakıt hedefleri söz konusu. Türkiye’nin aşırı şişmiş fosil yakıt yatırım stoğunu devam ettirme kararlılığında vaz geçirmek gerekiyor.

Dolayısıyla, gelecek sene Polonya’da yapılacak olan COP19 için yukarıdaki işler dışında bir dizi rapor çalışması, karar iletilmesi ve müzakere yapılması gerekecek. Eğer burada bir ülkenin –mesela Türkiye- sürece aktif katılmasını sağlarsanız ve dünyada bir dizi ülke gibi koşulsuz yapacağınız sera gazı salımlarını ve daha da fazlasını yapmak için açık olduğunuz işbirliklerini koyarsanız, emin olun iklim müzakere dengelerini ciddi değiştirebilirsiniz.

Ancak unutmayın, çözüm için oyunda var iseniz kuralları ilerletebilir, kararları büyütebilirsiniz. Yoksanız da en fazla kızarsınız!

Doha’da kim kaybetti?

İklim zirveleri şimdiye kadar hep bir yol ayrımı oldu. Her zaman yetersiz, bağlayıcı olmayan bir çözüm yolu tercih edildi. Ancak, bugün sapılan yol ayrımında duvara toslayacağımız kesin. Mesele 180 km hızla mı yoksa 80 km hızla mı çarpacağımız.

Doha sonrası AB KP2 çıktığı için, ABD liderlik yapmadığı için, BMİDÇ Sekreteryası karar çıktığı için, Türkiye ise müzakerlerde sorumluluk almadan finansman ve teknolojiden yararlanma kararını 3. kez çıkardığı için kendini kazançlı görüyor. Müzakereciler ülke politikaları açısından kazançlı görseler de Samsun’daki sel felaketi, Sandy kasırgası yada Bopha tayfunu kimin kaybettiğini bizlere hergün hatırlatıyor.