Doğayı koruma mı yoksa kullanma mı?
”Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” aleyhine bir imza kampanyası başlatıldı
Yakın zamanda TBMM Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülmesi beklenen ”Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” aleyhine bir imza kampanyası başlatıldı.
Kampanya 84 yerel ve ulusal sivil toplum kuruluşundan kurulan Tabiat Kanunu İzleme Girişimi tarafından ve Nasuh Mahruki öncülüğünde Change.org üzerinde başlatılırken kampanyaya şimdiye kadar 37 bini aşkın kişi imzaları ile destek oldu.
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi tarafından konu ile ilgili yapılan açıklamada düzenlemenin katılımcılıktan uzak olarak hazırlandığı ve TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildiği takdirde Türkiye’deki orman alanları, sulak alanlar, kıyılar ve bütün diğer doğal alanların geri dönüşü olmayacak tahribatlara karşı savunmasız bırakacağı iddia edildi. Açıklamada ayrıca düzenlemenin kanunlaştığı takdirde Milli Parklar Kanunu ile beraber mevzuattan Doğal Sit statüsünün tamamen kaldırılacağının ve bugüne kadar ilan edilmiş 1000’in üzerindeki alanın statüsünün yeniden değerlendirileceğinin altı çiziliyor.
Tasarı TBMM Çevre Komisyonu’nda görüşülürken de yine benzer gerekçeler ile Milletvekilleri Melda Onur, Kemal Değirmendereli, M.Serdar Soydan, Salih Fırat ve M.Hilal Kaplan tarafından karşı çıkılmış ve görüşmelerde muhalefet şerhi konulmuştu.
Tasarı hakkında hazırlanan Çevre Komisyonu raporunun 21. sayfasında yer alan şerhte tasarının bütünü incelendiğinde Türkiye’nin doğa koruma çalışmalarının tümünü yönetebilecek ve yönlendirebilecek, kurumlar arası çatışmaları çözebilecek bir düzenleme olmadığı, koruma anlayışının yetersiz olmak ile birlikte kullanmaya yönelik düzenlemelerin ağırlıkta olduğunun görülmekte olduğu ifade edilmişti.
Milletvekilleri düzenlemedeki ”üstün kamu yararı” kavramının halk sağlığı ve milli güvenlik gibi konularda kabul edilebilmek ile beraber, ”çevreye yarar” kavramının son derece muğlak ve suistimale açık bir ifade olduğunu, bu ifadeye dayanarak madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok yatırımın gerçekleştirilmesinin kolaylaşacağı savunmuştu. Şerhte ayrıca son dönemde HES projeleri için açılan davalarda önemli bir dayanak olan Milli Parklar Kanunu’nun yürürlükten kalkmasından dolayı da Milletvekillerinin endişelerine yer verilmişti.
Türkiye’de korunan alanların sayısının ve yüzey alanlarının ülke yüzölçümünün yüzde 4-5’i ile bir çok Avrupa ülkesinin ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile kabul edilen hedeflerin çok gerisinde olduğu vurgulanan şerhte, Türkiye’nin en az yüzde 15 olmak üzere yeni korunan alanlar ilan etmesi ve bunları daha etkili bir şekilde koruması gerekirken “yeniden değerlendirme” adı altında mevcut korunan alanlarının dahi koruma güvencesinden mahrum kalmasının ciddi sorunlar yaratacağı kaydedilmişti.
Tabiat Kanunu İzleme Girişimi’nin açıklamasında görüşlerine yer verilen girişimin sözcüsü ve Milli Parklar eski Genel Müdürlerinden Hüsrev Özkara ise hem eski bir bürokrat, hem de bir hukukçu olarak tasarıdaki ciddi sakıncaları anlatmaya çalıştıklarını, düzenlemenin katılımcı bir süreçle hazırlanmadığını söylerken şunları kaydetti; ”Geçmişten bugüne büyük zahmetlerle korumayı başardığımız alanlarımız eşi görülmemiş bir kullanım baskısıyla karşı karşıya kalacak. Bu ülkemizin doğası ve gelecek nesillerimizin emaneti için bugüne kadar karşılaşılmış en acı tablodur.”
Tasarı ile ilgili hazırlanan Çevre Komisyonu Raporunda yer alan gerekçelerde ise bazı hassas ekosistemlerin, türlerin ve habitatların koruma altına alınmasının bir zorunluluk iken kuralcı ve katı yasaklama mantığı ile bir alanı insan müdahalesinden tamamen uzak tutarak tabiatı ve biyolojik çeşitliliği korumanın günümüz koşullarında mümkün görülmediği iddia edilmişti.
Gerekçelerde ayrıca tasarının temel amaçları olarak tabiatın, tabii değerlerin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirlik temel yaklaşımında kaynakların halkla birlikte koruma kullanma dengesi gözetilerek yönetilmesini sağlamak olduğu belirtilmişti.