Cilalı Enerji Devri: Kimin Sonu?

Önder Algedik
3 Ekim 2012

Mevcut enerji yatırımları artık geleceğimizi değil, bu günümüzü tehlike sokuyor. Yaşanan olaylar, yapılan enerji spekülasyonunun mevcut iklim krizini derinleştirdiğini gösteriyor. Bu kriz ne yazık ki gelecek kuşakların değil, yaşayan kuşağın krizi ve sonuçları da çok tehlikeli.

8-12 Temmuz tarihleri arasında, yani sadece 4 günde, Grönland buzul yüzey tabakasının %97’si eridi. Bu tarihi erime, aslında fosil yakıt merkezli küresel ekonominin yarattığı ani etkiler açısından tehlikeli bir nokta idi.

Süreç bununla sınırlı kalmadı. ABD Ulusal Kar ve Buzul Verileri Merkezi’nin çalışmalarına göre, 16 Eylül itibariyle Kuzey Kutup dairesinin üstünde kalan Arktik buzullar tarihinin en küçük alanına ulaştı. Normalde her kış büyüyen ve her yaz küçülen buzulun yıllık minimum alanı bu sene neredeyse 1979-2000 yılı ortalamasının yarısından da az. En son 2007’de 4.17 milyon km2 alana düşerek tehlike sinyali veren buzul, bu sene 3.41 milyon kilometrekareye düştü. 2007’de ulaştığı en küçük alandan şimdi Türkiye’nin alanı kadar buzulu kaybetmiş durumda.

Kutuplar eriyor ne demek?

Cambridge Universitesi’nden buzul bilimci Prof. Peter Wadhams, The Guardian gazetesine gönderdiği mektupta durumu çok net ortaya koyuyor. Uzun yıllar buzulları inceleyen Wadhams, gelinen sürecin kesinlikle küresel ısınma ile alakalı olduğunu ifade ediyor. Daha kötü olan nokta ise, Arktik yaz buzulların 2015-2016 yıllarının Ağustos ya da Eylül ayında tamamen erimiş olma ihtimalini dile getirmesi.

Arktik deniz buzullarının erimesi politikacıları da, bizleri de doğrudan etkileyecek. Nasıl mı?

1- Arktik buzulunun erimesi ile buzuldan daha koyu olan deniz yüzeyi, güneşi hem yansıtamayacak, hem de daha fazla ısıyı emecek.

2- Bu durumda deniz sıcaklıkları artacak ve artan deniz sıcaklıkları, buzul çağından bu yana Arktik buzulların altında bulunan donmuş tortuların erimesini sağlayacak.

3- İşte bu noktada, eriyen tortu içindeki metanı atmosfere salmaya başlayacak. Yani, karbondioksite göre küresel ısınma potansiyeli 21 kat yüksek olan bir gazın, daha güçlü bir sera gazının salınması ortaya çıkacak.

4- Bu durumda da şimdiye kadar saldığımız sera gazlarının yarattığı iklim değişikliği artık “değişimden” de öte, açığa çıkan metan ile “devrilecek”, kısaca iklim dinamikleri kırılacak.

5- Sonrasında oluşacak durumu tanımlamak ise çok zor. Yaşadığımız aşırı yağış, sıcaklık gibi iklim olaylarının hepsini çok kısa bir sürede yaşayacağız, kısaca “her gün tufan” diye bir yeni sözümüz olacak.

İklim için tehlikeli nokta aslında

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, 2007 yılında yayınladığı çalışmada, Kutup yaz buzullarının ve Grönland buzulunun erimesinin iklim için geri dönüşü olmayan, iklim dengelerinin kırıldığı olaylar listesinin en tepesinde gösteriyor. Yani bu iki buzulun kaybolması ile küresel ısınma hızlanırken diğer iklimi dengeleyen mekanizmaların da artık kırılacağı, çalışmayacağını ortaya koyuyor.

Aslında bilimsel raporların satır aralarında geçen ifadelerini doğrudan söyleyelim isterseniz. Bırakın çocuklarımızın yaşamını, kendi yaşamımızda mevcut iklim sistemini ve etkilediği yaşamsal alanlarımızı kaybedeceğimiz ortada. Sonuçta, küresel sıcaklık bir anda 2°C daha sıcak olacak ve ardından 6°C’ye varan ortalama sıcaklık artışları yaşanacak.

Fırsatçılar

Grönland Başbakan yardımcısı Frederiksen, New York Times’e geçtiğimiz Eylül ayında iklim değişikliğinin fırsatlar ve tehlikeler getirdiğini söyledi. Burada tehlikeden kastettiği, örneğin, bu yaz su altında kalan ülkenin tek uluslararası havalanı. Fırsatlar ise buzulun erimesi ile daha fazla petrol ve doğalgazı çıkarma. Grönland’ın gördüğü bu fırsatı, bugün Arktik bölge çevresindeki ülkeler ve petrol-doğalgaz şirketleri de görüyor. Böylece, kazandıkları trilyonlarca dolarla yaşamımızı yok eden şirketler daha fazla fosil yakıt çıkartabilecekler. Tabiki o fosil yaktıları kullanacak bir yaşam kalırsa.

Cilalı Enerji Ekonomisi

Türkiye’de her gün ekonomi sayfalarında boy boy enerji haberleri çıkıyor. Kimi zaman 3. sayfada olsa da, aşırı hava olayları nedeniyle oluşan zararlar ve kayıplar da gazetelerde yer alıyor.

Enerji haberlerinde temelde işlenen iki tema var. Birincisi Türkiye’de iştah açıcı bir enerji pazarının olduğu. İkincisi ise, bunu beslemek için ortaya atılan “enerjiye ihtiyacımız var” politikası.

Bu temaları güçlendirmek, enerji yatırımlarının önündeki halk engellerini kaldırmak için önce “devlet eliyle acele kamulaştırma” gibi ikinci dünya savaşı dönemine ait bir uygulamayı geçtiğimiz yaz uygulamaya sokuldu. Artık, şirketler enerji projelerinde arazi satın almada sorun yaşamalarında devreye devlet giriyor. Bakanlar kurulu toplantılarında karar alınarak, şirket adına EPDK’ya satın alma yetkisini ve görevini veriyor.

Devlet eliyle acele kamulaştırma adımın da ötesinde, şimdilerde Çevresel Etki Değerlendirmesi-ÇED raporlarını aşmanın yolu aranıyor. ÇED’lerin suistimal edildiklerine dair kamuoyunda fikir oluşunca, karşı davalar kazanılmaya başlanınca raporların geçmesi zorlaşmaya başladı. Bunun üzerine Bakanlık, artık çevresel etkisi çözülmüş projelerin raporlarını almak yerine teminat olarak bir miktar para almayı düşünüyor. Böylece, çevreye ve insanlara zarar verdiği ortaya çıkan bir yatırım, sadece yatırmış olduğu teminatın yakılması, yani paranın devlete kalması ile durum çözülecek, yatırım büyük ihtimalle de devam edecek. Böylece sağlıklı bir proje yapılması yerine sorunlu yatırımın önü açılacak. Aslında, paran kadar çevreyi yok edip, iş işten geçtikten sonra teminat karşılığında “pardon” denilebilecek. Ancak doğanın geri dönüşü olmayan kayıplarının bir teminat ile giderilemeyeceği ortada.

Anlayacağınız, enerji alanı günümüzde gezegeni yok etme yarışına bütün dünyada dönüşmüş durumda.

Öldükten sonra enerji var mı?

Türkiye ekonomik büyümeyi gerekçe göstererek cilalı bir enerji ekonomisi yaratmaya çalışıyor. Bu yaklaşımın hiçbir bilimsel ve teknik karşılığı yok, sadece politik bir karşılığı var. Politik olarak Türkiye enerjiyi “harcamaya” çalışıyor ama var olan enerjiyi “kullanmak” gibi bir politikası yok. Böyle olunca da yerli denince aklına kömür, yenilenebilir denince de hidroelektrik santral geliyor ama iklim, enerji verimliliği yada iklim dostu çözümler hiç akla gelmiyor.

Türkiye’nin politikası “enerjiyi harcamak” üstüne kurulu olabilir ama burada “harcanan” bizim yaşamımız. Yakılan her kömür geri dönüşü olmayan iklim felaketlerine açık davet çıkartıyor. Her HES projesi toplumsal ve ekolojik krizi derinleştiriyor. Ancak bu yatırımların hiçbiri iklim krizinin derinleşmesi ile bir işe yaramayacak, hatta geri dönüşü olmayan zararları ortaya çıkacak.

Birisi 180 km hızla duvara doğru gaza basan şöföre frene basmayı söylemeli. Her gün medyada enerjide 180 km hızla gittiğimizi anlatan haberler çıkıyor. Tek yapılması gereken daha sık ve daha şiddetli yaşadığımız hava olaylarının duvar olduğunu kabul etmek. Bugün bütün fosil yakıt yatırımlarını durdursak, sadece duvara çarpma hızımızı düşürürüz. Duvara çarpmadan durmak ise artık şansa kalıyor gibi.