Biyoyakıtta 1934’ün gerisinde kalmak…
DPT Uzmanlarından Emrah Hatunoğlu tarafından uzmanlık tezi olarak hazırlanan çalışma 1930’lu yıllarda Türkiye’de biyoyakıt üretimine özel önem verildiği ve çok olumlu sonuçlar alındığını gösteriyor
Motorlu araçlarda yakıt olarak biyoyakıt kullanım düşüncesinin kökeni 1893 yılına kadar gitse de özellikle 1970’li yıllarda yaşanan petrol krizleri nedeni ile başta ABD ve Brezilya gibi ülkelerin dikkatlerini bu alana çevirip sektörün gelişimine yönelik çeşitli politikalar belirlemeleri sayesinde sektör bu yıllarda gelişmeye başlamıştı.
Petrol fiyatlarının 1990’lı yıllarda başlayarak tekrar hızlı bir artış ivmesi göstermesi 2000’li yılların başında sektörün hızla büyümesini sağlayarak sektördeki üretim kapasitesinin 2000 ile 2008 yılları arasında 12 kat artmasını mümkün kılmıştı.
Yakın zamanda yapılan bir çalışma1930’lu yıllardaTürkiye’de sektöre büyük önem verildiği ve Mustafa Kemal Atatürk‘ün desteği ile de bu alanda başarılı sonuçlar alındığını ortaya koyuyor.
DPT uzmanlarından E.Emrah Hatunoğlu’nun uzmanlık tezi olarak hazırladığı “Biyoyakıt Politikalarının Tarım Sektörüne Etkileri” adlı çalışması Türkiye’de biyoyakıt üretimi önerisinin ilk defa 1931 yılında ”An’anevi Ziraattan Rasyonel Ziraata” başlıklı kongrede ele alındığını gösteriyor. Çalışmada 50 ana başlıktan oluşan kongrenin ”Ziraat Aletleri” adlı bölümünde tarım ürünlerinin artırılmasında tarımsal alet ve makinelerin önemine değinildiği ve bu makinelerin ihtiyacı olan yakıtın ithal edilmesi yerine yerli kaynaklar ile üretiminin faydasından bahsedildiği belirtiliyor.
Ayrıca Hatunoğlu çalışmasında gösterdiği Atatürk’ün talimatı ile dönemin milletvekilleri ve ilgili kurumların yetkililerinin imzası bulunan 1934 tarihli ”Bitkisel Yağların Tarım Traktörlerinde Kullanımı” adlı belgenin Türkiye’de biyoyakıt üretimine ilişkin ilk resmi belge olduğunu ifade ediyor.
Bu belgede biyoyakıt üretim çalışmasının gerekçesi olarak ise şu satırlar yer almakta;
Her memleket harp veya buna mümasil fevkal’ade bir vaziyet karşısında haricin yardımından kurtularak mümkün mertebe kendi hudutları dahilindeki membaalardan elde edebileceği madde-i müşteilerle ihtiyacını temin etmek lüzumunu ehemmiyetle hissetmiştir.
Hatunoğlu bu belgenin kanıtladığı çalışma sayesinde Atatürk Orman Çiftliği’nde biyodizel üretimi gerçekleştiği ve çiftlikte tarımsal üretimde faaliyet gösteren traktörlerde yakıt olarak bitkisel yağ kullanımının sağlandığının altını çiziyor.
Hatunoğlu çalışmasında ayrıca yine Atatürk’ün talimatı ile 1936 yılında İktisat Vekâleti Sanayi Tetkik Heyeti tarafından hazırlanan ve 9 ana bölümden oluşan İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın yedinci bölümü olan Kimya Sanayi kısmında yer alan ”Sentetik Benzin Sanayi” adlı bölümde benzin ve diğer fosil yakıtların ithal edilmek yerine ülke kaynakları ile elde edilmesinin önemine değinildiğini de ifade ediyor.
İlgili çalışmada bu çabaların olumlu sonuçlar verip 1942 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin benzin ihtiyacının yüzde 20 oranında biyoetanol ile harmanlanarak karşılandığı fakat bu başarılı sonuçlara rağmen Atatürk’ün ölümü ve ikinci dünya savaşının patlak vermesi gibi nedenler ile sektörün gelişmesinin durduğu ifade ediliyor.
Hatunoğlu sektörün çeşitli çabalara rağmen bu tarihten 2000’li yıllara kadar önemli bir başarı sağlayamadığını kaydederken Türkiye’de yaşanan çeşitli gelişmelere paralel olarak biyoyakıtlarla ilgili kuruluşların tekrar önem vermesi sayesinde 2005 yılında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nın koordinasyonunda ilgili kurum ve kuruluşların da katkılarıyla hazırlanan ”Türkiye Biyoyakıt Raporu” ile ülkemizin biyoyakıtlar konusundaki yol haritasının çizilmeye çalışıldığını fakat siyasi iradenin yeterli ölçüde sahiplenmediği ve kamuoyu ile paylaşılmadığını belirtirken bu durumun raporun hayata geçmesini engelleyip uygulamaya yönelik faaliyetlerde özel sektörün devlet tarafından yönlendirilmesini olumsuz etkilediğini yorumunda bulunuyor.
Hatunoğlu çalışmasında yorumlarına şu şekilde devam ediyor;
”Sonuç itibarıyla, ülkemizde biyoyakıt üretimi ve kullanımı bir plan-program çerçevesinde gerçekleştirilmemiş, sektördeki üretim tesisleri gelişigüzel, birbirlerinden bağımsız ve başıboş bir şekilde faaliyetlerine başlamışlardır.
Gıda sanayi endüstrisinde yer alan bitkisel yağ üretim fabrikalarının biyodizel üretim tesisine dönüşümlerinin kolay ve çok düşük maliyetli olmasının yanında, bu fabrikaların mevcut atıl kapasitelerinin değerlendirilmesinde biyodizel üretiminin bir fırsat olarak görülmesi de çok sayıda biyodizel üretim işletmesinin kurulmasını sağlamıştır. Diğer yandan, biyoetanol üretim tesislerinin görece daha ileri teknolojiye ihtiyaç duyması, az sayıda biyoetanol üretim tesisinin kurulmasına yol açmıştır.
Türkiye’de kurulan biyodizel ve biyoetanol üretim tesislerine rağmen, biyoyakıt sektörünün üretim ve tüketim rakamlarının çok düşük düzeyde seyrettiği görülmektedir. Ülkemizde biyoyakıtlar için zorunlu bir harmanlama oranının belirlenmemesi bu durumun arkasında yatan en büyük nedendir. Yasal düzenlemelerin zamanında yapılmaması ve sektörü canlandıracak destekleme mekanizmalarının faaliyete geçirilememesi biyoyakıt sektörünün gelişimini olumsuz yönde etkilemiştir. Öyle ki, büyük beklentilerle piyasaya giren birçok biyodizel ve biyoetanol üretim tesisi şu an için atıl durumda bulunmaktadır.¨
E.Emrah Hatunoğlu’nun ”Biyoyakıt Politikalarının Tarım Sektörüne Etkileri” adlı uzmanlık tezi çalışmasının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.