Altın çocuk kim! Güneş mi, rüzgar mı?

21 Şubat 2011

21 Şubat 2011

İçindeyiz diye midir bilmem, elektrik sektörü, son yıllarda ülkemizdeki sermaye sahibi yatırımcılar başta olmak üzere, özel sektör kuruluşları, akademik çevreler de dahil toplumun pek çok kesimi için yüksek ilgi uyandıran, hedef bir sektör haline geldi. Eskiden sadece devlet tarafından ve çoğunlukla karbon temelli kaynaklara yatırım yapılan elektrik sektörü, son yıllarda hem dünyadaki gelişmelerin etkisi hem de ülkemizdeki özelleştirme çalışmalarının hızlanması ile, özel sektörün de yüksek miktarda yatırımına sahne oldu. Uluslararası firmaların yoğun ilgisi ve yatırımı, üniversitelerdeki yoğun çalışmalar, kurulan enstitüler, bölümler ve sivil toplum kuruluşları bu sektörün önünün ne kadar açık olduğunu gösteriyor.

İşte son zamanlardaki artan bu ilgiyi şüphesiz en çok temiz enerji kaynakları çekmektedir. Bu kaynakların içinde tüm dünyada olduğu gibi en çok ilgi çekenleri de rüzgar ve güneştir. İlgi çeken kelimesi yerine kullanılanı demeyi çok isterdim ama maalesef ülkemizde güneş enerjisinin elektrik üretmek amacıyla kullanımı maalesef yok denecek kadar azdır.

Rüzgarda 1998 senesinde başlayan türbin kurulumu maceramız, 2006 yılından itibaren yoğunlaştı ve günümüzde de ancak 1.300 MW civarlarına ulaştı. Toplumun geneline yayılmayan, genelde büyük güçlü yatırımların yapıldığı bu sektörün, yakın veya uzun vadede ulaşacağı seviye ben dahil herkesin merak ettiği bir konu.

Güneşte ise, güneşin ısı etkisinden faydalanan termal kollektör alanında oldukça çeşitli bir üretim yelpazesine ve piyasaya sahibiz. Güneşten elektrik üreten fotovoltaik paneller, parabolik kolektör ve güneş kuleleri gibi alanlarda ise hala ciddi bir piyasaya sahip değiliz ve YEK Kanunu çıkarılmış olmasına rağmen de malum sebeplerden dolayı sektörün geleceği hala meçhul.

Bu alanlarda kullanılan ekipmanlarda da hemen hemen ciddi hiç bir üreticiye sahip değiliz. Bunun da hala neden gerçekleşmemiş olduğu ayrıca incelenmesi gereken ama bence sonucunda pek de tatmin edici cevapların alınamayacağı bir durum. Çünkü, daha geçen hafta katıldığım bir toplantıda, oldukça üst düzey bir işadamı bile bu alanda mutlaka üretim yapılması gerektiğini ama kendilerinin nedense bu alanda bir girişimde bulunmadıklarını da belirtti. Teknik sebepler veya finansal koşullar, sebep ne olursa olsun yerli üretim sıkıntımızın olduğu bir gerçek. Geçenlerde PV ile ilgili bir üretici de, üretim maliyeti yakında şebekeyle eşitlenecek olan PV’de üretimin oldukça karlı olacağını söylemişti. Ama cevap verilmesi gereken esas soru, aslında fiyatla ilgili bir problemi olmayan diğer kaynaklarda niye yerli üretimin olmadığı.

İşte rüzgar ve güneş sektörü arasında yerli üretimde yaşanan eksiklikler konusunda bir benzerlik olsa da, aslında ikisi de birbirinden oldukça farklılaşmış durumda. Örneğin, ülkemizde rüzgar türbinleri yüksek güçlerde kullanılırken, PV paneller ise kanunun da etkisiyle henüz santraller yerine küçük kurulumlar halinde kullanılıyor.

Diğer farklılık ise, sektörde çalışan insanlar ve kurdukları dernekler aracılığıyla yürüttükleri faaliyetler. Rüzgar sektörü nispeten daha büyük yatırımcıların oluşturduğu, devletle direk olarak ticari ilişkileri olan gruplar. Ayrıca birtakım kanun ve yönetmelikleri hazır olan, kendi çapında yol almış bir sektör. İşte bu yüzden, kurulan birkaç tane dernek çok ta fazla aktivite yapma ihtiyacı duymuyor. Hepimizin bildiği bu dernekler ve birlikler aslında aynı amaca hizmet eden, farklı kişilerin kurmuş olduğu oluşumlar. Hal böyle olunca da sanki derneklerin herhangi bir etkisi ve gücü olmuyor, dolayısıyla da isimleri daha az duyuluyor.

Güneş sektöründe bulunan tüzel ve gerçek kişiler ise biraz daha organize olmuş bir halde hareket ediyor gibi duruyorlar. Kurulan dernek ve platformlar geneli kapsaması açısından daha faydalı işler yapıyor. Bunun bir sebebi olarak, sektörün uzun zamandır devletten bir beklenti içinde olması ve bir araya gelerek bu problemleri daha kolay çözebileceklerini düşünmeleridir diyebiliriz. Hatta YEK Kanunu bu sektörü bir araya getirmiştir diyebiliriz.

Biraz daha ileri giderek acaba aşağıdaki yaklaşımlarda bulunabilir miyiz. Rüzgar türbinlerinin yapısı ve kullanım alanları gereği fotovoltaik panellerden çok farklı olmasının bu ayrışımda psikolojik olarak bir katkısı vardır diyebilir miyiz? Yoksa, daha birleşik bir kitle gibi hareket edilmesinin sebebi, sektör gereği PV panellerin hem ekipman olarak geliştirilmeye hem de ülkemizdeki mevzuat problemlerinin çözülmesine daha fazla ihtiyaç duymasından dolayı mıdır? Örneğin rüzgar türbinlerinin üretimini ve kullanımını arttırmaya yönelik bir platform bilmiyorum ama PV’cilerin böyle bir oluşumu var. Ayrıca, henüz emekleme aşamasında bile birtakım faaliyetler yapmış, güçlerini dağıtan değil birleştiren tek bir örgütleri var.

İşte bu gibi sebeplerden dolayı, güneşçiler ve rüzgarcılar diye bir ayrım yaparsak eğer, hem maddi yönden hala birçok dezavantajı olmasına ve mevzuat yönünden hala eksiklikleri bulunmasına hem de devletin kısmen üvey evlat muamelesine rağmen yüksek direnç gösteren bir sektör olmaları, onları altın çocuk ibaresini hak eder konuma getiriyor.

And the Oscar goes to…..PV!