Türkiye Kervana Katılıyor, İklim Değişikliği ile Mücadelede Kent Yönetimleri Başı Çekiyor

Baha Kuban
9 Aralık 2013

Bu yazıda iki kısımda, yerel yönetimler ve iklim değişikliği politikaları ve Türkiye’de bu alandaki güncel gelişmeler ele alınacak. Önce iklim değişikliği ile mücadele alanında uluslararası tartışmalara  yerel yönetimlerin nasıl damgalarını vurmaya başladıkları ve ülkemizdeki mevcut gelişmeler özetlenecek. İzleyen bölümde Antalya’nın ‘Sürdürülebilir Enerji Eylem Planı’ SEEP ve kentsel enerji akışları planlamasının ve mekan-enerji planlama süreçlerinin içiçe geçmesinin yarattığı yeni fırsatlar ve olasılıklardan söz edilecek.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolünden bunca yıl ve sayısız uluslararası toplantıdan sonra, bu kez Varşova’da, dünyanın bu konuya duyarlı kamuoyu yine beklediği sonuçları alamamış durumda, bağlayıcı uluslararası bir anlaşma hala uzak bir olasılık olarak görünüyor. Ulusal ya da blok ekonomik çıkar çatışmalarının aşılamaması nedeniyle iklim değişikliği müzakerelerinin kilitlendiği biliniyor. Hayal kırıklığı yaratan bu tabloda umutvar olunacak yegane olgu, yerel idarelerin ve kent yönetimlerinin, giderek artan oranda, iklim değişikliği ile ilgili uluslararası görüşmelere ağırlıklarını koyacak şekilde örgütlenmeye başlamaları. Yerel yönetimler genelde, iklim değişikliği ile mücadele bakımından, içinde bulundukları ülkelerin  merkezi yönetimlerden çok daha ileri hedef ve stratejileri yaşama geçirebilmekteler. Yerel yönetimler, ülkelerinin tarihi, idari birikim ve gelişimine bağlı olarak farklı düzeylerde otonom davranış ve politikalar geliştirebiliyorlar.

Yerel yönetimlerin oluşturdukları şemsiye kurum ve kuruluşlar; ICLEI’nin dünya çapında Dünya Belediye Başkanları ve Yerel Yönetimler İklim Koruma Anlaşması, ABD’de Belediye Başkanları İklim Koruma Anlaşması ve Yerel Hükümetler İklim Yol Haritası, Avrupa Birliği ülkelerindeki Belediye Başkanları Sözleşmesi (CoM) bu alandaki başlıca örnekler.

AB’nin Başkanlar Sözleşmesi, 5300’den fazla kent yönetiminin taraf olduğu en geniş tabanlı yerel yönetimler anlaşması. AB Çerçeve Programları ve başka AB esaslı politikalarla entegrasyonu nedeniyle tercih ediliyor. AB’nin Belediye Başkanları Sözleşmesi esas olarak AB’nin 2008 yılında tek taraflı olarak kabul ettiği AB İklim ve Enerji Paketi’ne dayanıyor. 20-20-20 planı olarak da bilinen bu program AB çapında sera gazı salımlarını 2020 yılına kadar % 20 düşürmeyi, verimlilik artışı ile % 20 enerji tasarrufu gerçekleştirmeyi ve enerji sepetindeki yenilenebilir payını % 20’ye çıkarmayı ve taşıt tüketimlerinde % 10 biyoyakıt payını hedeflemektedir. AB’nin Enerji Verimliliği Eylem Planı, yerel ve bölgesel ölçekte yerel yönetimlerin liderliğinde bir Belediyeler Sözleşmesi de önermekteydi. Belediye başkanlarının gösterdiği ve AB’nin Leipzig ŞartıAalborg +10 Taahhütleri, ve Gündem 21 ile çerçevesini çizdiği kentsel sürdürülebilirlik konusunda öngörülen kapsamları da aşan bu politik kararlılık, hükümetlerarası görüşmelerde hayal kırıklığı yaşayan dünya kamuoyuna umut vermiştir.

Türkiye, biraz geç de olsa bu  kervana yavaş yavaş katılıyor. AB CoM kapsamında olmasa da, Gaziantep bu konuda ilk harekete geçen ve Fransız ‘Bilan Carbone’ standardına göre bir İklim Eylem Planı ortaya koyan ilk yerel yönetim. Türkiye’de,  AB Belediye Başkanları Sözleşmesine (CoM) imza atan kent sayısı 6 (altı) . Bunların beş tanesi;  İzmir Karşıyaka, İzmir Bornova, İzmir Seferihisar, İstanbul Kadıköy ve Antalya,  ‘salım envanterlerine’ ek olarak asıl can alıcı adım olan  ‘sürdürülebilir enerji eylem planları’ nı (SEEP) hazırlamış ilk yerel yönetimler. CoM’a taraf olmakla birlikte henüz SEEP’ini hazırlamamış olan imzacı, Eskişehir Tepebaşı. SEEP’ler bilindiği gibi, hazırlanmalarından sonra Belediye Meclis’inde onaylandıktan sonra geçerlilik kazanıyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de CoM kapsamında olmamakla birlikte, kentsel salım envanterini hesapladığını Yeşil Ekonomi’den izlemiştik. Dünyada diğer örneklerinden de görülebileceği gibi, nüfusu 10 milyon üzerindeki megakentler, salım envanterleri ve azaltım eylem planları açısından  ‘özel’  zorluklar  taşıyorlar. Türkiye’de kentsel enerji akışlarının hesaplanması ve kontroluna dair deneyim ve örneklerin artmasıyla bu zorlukların aşılacağına kuşkumuz yok.